14 Eylül 2023

HAYATI ERTELEMEYİN


Tıp Fakültesi 2. sınıftaydım. Bir gün hocalarımızdan biri "Çocuklar" dedi, "ileride hangileriniz başarılı, hangileriniz başarısız olacak, söyleyeyim mi?" Pür dikkat dinlemeye başladık. "Ön sıralardakiler yorulacaklar" dedi. "Abartıyorlar çünkü. Eminim çoğu ders dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyordur. Arkadakilerin ise zaten niyeti yok, belli. Başarılı olacak olanlar orta sıradakiler. Onlar gereğince çalışıyor, hobilerine de zaman ayırıyor ve dengeli gidiyorlar, belli ki. Dikkat edin, ileride en başarılı, onlar olacak. ‘Hocamız demişti’ dersiniz."


Etrafımıza bakındık. Arka sıradakiler işi kafamıza yattı. Orta sıradakiler konusunda da haklı olabilirdi hoca. Ama ön sıradaki arkadaşlarla ilgili kehanetini çok garipsemiştik. Hocanın ağzına düşecek gibi dersi izleyen o çalışkan arkadaşlar mı ileride döküleceklerdi? Garip.


Ama zaman gerçekten de hocamızı haklı çıkardı. İlerleyen yıllarda arkadaş sohbetlerimizde "Osman zar-zor filan ihtisası mı kazanabilmiş ancak? Nasıl olur? Notları çok iyiydi." ya da "Muzaffer bir yere girememiş mi? Ama o çok hırslı ve çalışkandı." gibi konuşmalar çok oldu. Ama orta sıralardaki arkadaşlar genellikle hem hayatlarını dengeli ve çok yönlü yaşadılar, hem de yeterli bir tempoyla meslekî hedeflerine de ulaştılar.


Bu hatıramı birçok aile görüşmesinde anlatmışımdır. Son örneği de hayli klasik bir vakaydı. Bir aile, çocuklarının notları biraz düşünce, bekledikleri çalışma temposunu da görmeyince bana gelmişlerdi. Beklentileri, benim ilaç veya telkinle çocuklarını toparlamam, derslere yoğunlaşmasını sağlamam, ailenin hedeflediği başarıların gerçekleşmesine yardım etmemdi. Oysa delikanlıda bir anormallik görünmüyordu. Derslerin yanında biraz gezmek, arkadaş edinmek, hobileriyle ilgilenmek istiyordu o kadar. Anne-baba ise 'oğlumuz okuyup büyük adam olsun' diye sıkıştırıyorlardı çocuğu ve sürtüşme başlıyordu.


"Çok zorlamayın bence çocuğunuzu" dedim, "sadece okul başarısına ve sınavlara endeksli olarak yaşamak, okuldan kursa, kurstan özel hocaya koşturmak, hiçbir özel ilgi geliştirmeden sadece ders çalışmak, insanı yıpratır. Ya ileride yorulup bıkar, ya da bu şekilde çalışmak insan yaratılışına da uygun olmadığından verimsiz olur."


"Yaratılış deyince" diye devam ettim, "biliyorsunuz, beyin iki yarımküreden oluşur. Sol yarımküre daha çok mantık merkezli, somut konularda uzmanlaşmıştır, sağ yarımküre ise daha soyut, estetik ve duygusal faaliyetlerde. Sadece bir yarımküreyi çalıştırmak, diğerini ihmal etmek, dengeyi bozar, verimi düşürür. Tek kanatlı bir kuş (sağlam kanadı ne kadar güçlü olursa olsun) uçamaz, bilirsiniz.


Zaten insan vücudu da sadece beyinden ibaret değil ki. Sadece beyini çalıştırıp vücudu ihmal etmek de bir başka dengesizlik. Bu yaşta bir gencin gezip spor yaparak enerjisini boşaltmaya ve vücudunu çalıştırmaya da ihtiyacı var. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur, malum.


Ve hatta insan sadece vücuttan ibaret de değil. Ruh ve vicdan gibi manevi yönleri ihmal etmek de başka türlü bir dengesizlik değil mi? Sağlıklı ve mutlu bir insan olabilmek için, aklı dersle çalıştırmanın yanında soyut ve kültürel yönlerde de geliştirmek, bedeni sporla, ruhu manevi gıdalarla beslemek de gerekir. Bırakın çocuğunuz ders dışı faaliyetlerde de bulunsun. Sosyal guruplara girsin, spor yapsın, zihnini açacak kitaplar okusun. Derslere de gereğince vakit ayırır, zamanı geldiğinde de kendine uygun bir meslek sahibi de olur. Bu çok daha sağlıklı bir yol olmaz mı?"


Baba itiraz etti: "O dediklerinizi, sporu, sosyalleşmeyi ileride de yapabilir. Ama bu yıllar eğitimi açısından çok önemli. Ağaç yaşken eğilir. Şimdilik sadece derslerine yoğunlaşsa daha iyi olmaz mı?"


"Bu yıllarda kültürel ve sosyal yönlerini ihmal eden bir gencin, o konularda giderek köreleceğini de düşünmeniz lazım." dedim. "Ağaç yaşken eğilir sözüne katılıyorum ama, başka açıdan. Bu yıllarda dengeli yaşamayı öğrenmemiş, tüm ilgilerini ertelemiş bir genç, meslek sahibi olduktan sonra nasıl doyurucu bir hayat yaşayabilir ki? Olsa olsa 'işkolik' bir insan olur. Bunun örneklerini çok gördüm.


Hem ne zamana kadar erteleyecek ki? Koşturmaca hiç bitmez, bilirsiniz. Hep çok önemli bir şeyler vardır önümüzde. "Aman lise önemli. Aman üniversite bitsin. Biraz da doktora bitene kadar sabır." diye diye ne zaman insan gibi yaşamaya fırsat kalacak sizce? Bakın, ben üniversite sınavına gireceğim yıl yaptığım kadar, başka hiç bir yıl spor yapmamıştım. Belli bir düzenle günde 3-4 saat çalışır, sonra futbol oynar, arkadaşlarımla gezer, ders dışı kitaplar okurdum. Sınavda da gayet başarılı oldum."


Anne müdahale etti: "Efendim, siz zeki imişsiniz."


"Efendim, eğer sizin çocuğunuz zeki değilse, zaten o idealinizdeki okulları ite-kaka kazansa bile bitiremez ki. Mühendisliğe girip okuldan atılsa mı daha iyi, işletmeye girip meslek sahibi olsa mı daha iyi?"


"Mühendisliğe girip bitirse daha iyi olmaz mı?"


"Keşke öyle olsa. Ama bu acaba çocuğunuzun kaldırabileceği bir yük mü, düşünmek lazım. Hem bu uğurda her şeyi terk etmesine, kendini ölesiye zorlamasına değer mi?


Bir de şöyle sorayım, çocuğunuzun (tabirimi hoş görün) çatlak bir profesör olmasını mı istersiniz, yoksa sağlıklı ve mutlu bir teknisyen mi? Ben ders çalışmaktan başka hiç bir şey bilmeyen, koca kitapları ezberleyen bazı arkadaşlarımın, Tıp Fakültesi maceralarının Psikiyatri servisinde bittiğini bizzat gördüm."


Tavırları pek değişmemişti anne-babanın. Ama delikanlının gözlerinin içi gülüyordu. 'Ölü Ozanlar Derneği' filminin* yerli versiyonuydu bu sahneler ve kim bilir daha kaç evde gösterimdeydi.


"Bir örnek daha anlatayım" dedim. "Tıp Fakültesinde iken bazen 'bu ara derslere yoğunlaşayım, diğer ilgilerim, okumalarım az beklesin' dediğimde, ilginçtir ki sınavlarım kötü geçmeye başlardı. Derslerin yanı sıra o ilgilerime de zaman ayırdığımda ise zihnim çok daha iyi işler, notlarım yükselirdi. Bunu o kadar çok yaşadım ki. Bu bir tesadüf değil üstelik; bilimsel açıklaması da var."


"Neymiş?" dedi baba.


"Tarihteki büyük keşiflerin çoğu aktif düşünme esnasında değil, dinlenme esnasında olmuştur bilirsiniz. Arşimet hamamda, Newton ise elma ağacının altında uzanırken fark etmişlerdir çözümü. Bu rastlantı mu sizce? Değil. Zira gösterilmiştir ki, beyin, aktif okuma esnasında aldığı bilgileri, dinlenirken veya başka şeylerle meşgul olurken sentez eder. Hafıza ve bilgi depoları o dinlenme anlarında düzenlenir esas. Bu işlemin yapıldığı önemli bir zaman da uykudur. Uykunun REM fazı dediğimiz kısmı, alınan ham bilgilerin sentez edildiği, hatta bazı problemlerin çözüldüğü dönemdir. Nitekim tarihte bir çok keşif ve icat da rüyalar yardımıyla gerçekleşmiştir. O yüzden sınav dönemlerinde uykusuz kalmak çok zararlıdır."


"Canım, uyumasın demiyoruz tabii. Ama derslerine yoğunlaşsa şimdilik."


Anne fikrini değiştirmeye niyetli değildi, belliydi bu. Kim bilir nasıl saplantıları vardı? Çocuğunun doktor olmasını "yaşlandığımda beni tedavi eder" diye isteyenleri çok gördüğümden, tahmin edemiyordum. Belki de Fatma hanım'ın çocuğundan daha başarılı olursa ona hava atmak istiyordu, kim bilir?


"Çok sorarım, size de sorayım. Çocuğunuz okuldan döndüğünde 'Dersler nasıl geçti, deneme sınavında kaç aldın?' sorularının yanında 'Günün nasıl geçti, arkadaşlarınla aran nasıl?' gibi insani sorular da soruyor musunuz? Aksine, çoğumuz çocuklarımızı sanki okula giden bir bilgi işlem makinesi gibi görüyoruz; etiyle, kemiğiyle, duygularıyla bir insan gibi değil. İlgilendiğimiz tek şey notları. Bir sıkıntısı var mı, arkadaşlarıyla arası nasıl, hayatından memnun mu, pek düşünmüyoruz."


Baba belli belirsiz başını salladı. Bir fabrikada işçiydi. Değme mühendisler kadar kazanıyordu ama belki de okumuşlara karşı bir ezikliği vardı. Çocuğu okuyunca kendi okumuşçasına gurur duyacaktı muhtemelen. Ama mesela ergenlik döneminde oğluyla baş başa bir kez bile 'erkek olma' üzerine konuşmamıştı. Delikanlı söylemişti bunu az önce. "Babamın istediği okulu kazanıp onu mutlu etmeyi çok istiyorum ama, o benim mutluluğumu düşünmüyor sanki. Bana hayallerimi sormuyor bile." diye de eklemişti.


Devam ettim: "Bir yakınım, ABD'ye taşınıp ortaöğretimdeki çocuğunun eğitimini de orada devam ettirmeye karar vermişti. Geçiş için işlemlere başladığında hayretle gördü ki, bizim ilk ve orta öğretim müfredatımız onlarınkinden çok daha yoğun. Amerikalı öğrencilerin 7. veya 8. sınıfta hem de kısaca gördükleri dersleri bizim çocuklar daha 6. sınıfta en ayrıntılı biçimde okuyorlar. Peki öyleyse neden biz onlar kadar başarılı ilim adamları yetiştiremiyoruz? Diğer faktörler bir yana, bunda çocukların beyinlerini küçük yaşlarda gereksiz bilgilerle meşgul etmemizin payı yok mu sizce?


Yabancılardan bahsedince aklıma geldi, ben internette gezerken tanıştığım yabancıların ek ilgi alanları beni hep şaşırtmıştır. Geçenlerde bir Fransız ile tanıştım. Adam avukattı, üstüne amatör yelkencilik yapıyor, ayrıca bir yardım kurumunda part-time çalışıyordu. Sizce sadece avukatlığa yoğunlaşsa daha mı verimli ve mutlu olurdu dersiniz?"  


Baba hafifçe başını salladı. Anne ise "Size katılmıyorum." dedi. Kendi hedefine kilitlenmişti, belli ki. Biraz sinirlenmiştim açıkçası. Çocuğuna şefkatini yanlış şekilde kullanan, onu koruma niyetiyle bilmeden ona zarar veren bir anne vardı karşımda. Köprüleri atıp son noktayı koydum: "Pardon ama, siz oğlunuzun mutlu, sağlıklı, dengeli bir insan olmasını mı istiyorsunuz, yoksa her ne pahasına olursa olsun hayalinizdeki başarıyı elde etmesini mi? Eğer ikinciyi istiyorsanız, size yardım edemem."


İpler koptu, anne sinirlendi, babanın da yüzü asıldı. "Teşekkür ederiz doktor bey, rahatsız ettik." deyip çıktılar. Delikanlı odadan çıkarken dönüp bana baktı. Göz kırptım. Gülümsedi. Mesaj yerine varmıştı.


*İzlememiş olanlar için not: 'Ölü Ozanlar Derneği' filmi, seçkin bir kolejde geçer. Klasik, çok disiplinli, baskıcı bir okuldur. Öğrenciler sadece Harward'a hazırlanmaktadır, hayata değil. Bir gün bu okula sıra dışı bir edebiyat öğretmeni gelir. Amacı, kalıpları kırmak, öğrencilerine farklı bakış açıları kazandırmak, sürünün bir parçası değil, kendileri olmalarını sağlamak ve geleceğe çalışırken bugünü de yaşamayı öğretmektir. Sloganı ise 'günü yakala'dır.


Gençler ilk anda yadırgarlar bu alışılmadık tarzı. Ama giderek bu insani davet onları çekmeye başlar. Yeni ufuklar keşfederler kendi alemlerinde. Tabii direnenler de vardır bu değişime. Okul yönetiminden, işbirlikçi öğrencilerden ve tutucu ailelerden tepkiler gelir. "Biz çocuğumuzu şiir okusun, tiyatro yapsın, felsefeye dalsın diye değil, sınavları geçip başarılı bir hukukçu olsun diye gönderiyoruz okula."


Bu çelişkiler ve çekişmeler, sonuçta bir gencin intiharına yol açar ve öğretmen bundan sorumlu tutulup okuldan uzaklaştırılır. Ayrılık günü öğrenciler hocalarına, gayretlerinin boşa gitmediğini gösteren bir jest yaparlar. Onu, ondan öğrendikleri simgesel bir davranışla uğurlarlar: O esnada sınıfta olan müdürün tepki ve tehditlerine rağmen, sıraların üzerine çıkarlar veda anında. Artık dünyaya ve hayata başka bir açıdan da bakabildiklerini göstermek için.