26 Eylül 2023

SEN MECNUN DEĞİLSİN


Kalem suresi 2. ayet meali: “Rabbinin nimeti sayesinde, sen mecnun (deli) değilsin.”


Bazı inançsız insanlar, peygamberimizin akıl hastası olduğunu iddia ediyor, ‘paranoid psikoz’ gibi bazı hastalıkları ona yakıştırıyorlar. Meleklerin görünmesi, vahiy gelmesi gibi olayları da halüsinasyon (akıl hastalarının gaipten sesler duyması, hayaller görmesi) olarak yorumluyorlar.


Bu şüpheleri mantık ve psikiyatri açısından ele alalım:


1: Delilik iddiası, sadece peygamberimiz için değil, gelmiş geçmiş tüm peygamberler için, hatta bir çok evliya için de ileri sürülmüştür. Peki, çevrelerinde güvenilir, ahlaklı ve seçkin insanlar olarak tanınan bunca kişinin hepsi de 'deli' olabilir mi? Acaba daha akla yakın olanı, esas onlara deli diyenlerin dengesiz olmaları değil midir?


2: Paranoid psikoz gibi hastalıklarda, hastaların hezeyanları karmakarışık, bazen kendi içinde bile tutarsızdır ve hastadan hastaya da çok değişir. Hatta ihtisas yaptığım hastanenin eski düzensiz dönemlerinde, bazen hasta çokluğundan dolayı, toplu vizit yapar, tüm hastaları aynı salonda görürdük. Hangi hasta hezeyanını, garip fikirlerini anlatsa, diğerleri “Amma saçmaladın ha.” diye ona gülerlerdi. Ardından o gülen hastalardan birisi kendi hezeyanını anlatınca, bu sefer de diğerlerinden kahkahalar yükselirdi. Yani hiçbir hasta diğerinin hezeyanını onaylamazdı.


Bu, psikiyatrinin genel bir kuralıdır zaten. Zira hastalık hali, bir 'bozulma' olduğundan, bozulmanın hiçbir ölçüsü, düzeni ve kuralı olmaz. Hezeyanlar kişiden kişiye değişir. O yüzden de aralarında tutarlı bir ortak payda bulunmaz.


Bunun tek istisnası ‘paylaşılmış paranoya’ denilen ve çoğunlukla iki kadın arasında ya da bir kadınla bir erkek arasında, aynı hezeyanı paylaşma şeklinde seyreden bir hastalıktır. Ama bu hastalık hem çok nadir görülür, hem de iki-üç kişiden fazlasını etkilemez. Etkilenen taraf da daima kadındır. Yani bu rahatsızlığın da konumuzla hiçbir ilgisi yoktur.


Ve yine modern psikiyatrinin bile kabul ettiği bir prensip vardır ki, kültürel olarak çok sayıda kişi tarafından kabul edilen inanışlar, ne kadar garip görünürse görünsün, hezeyan olarak kabul edilmezler.


Şimdi sormak gerek: Peygamberimizde var olduğu iddia edilen akıl hastalığı, nasıl bir hastalıktır ki, farklı asırlarda, farklı ülkelerde yaşamış bunca seçkin insan, peygamberler, veliler, hepsi birden aynı şeyleri, Allah’ın varlığını, Cennet ve Cehennem’i, melekleri haber vermiş ve tüm bu esaslarda hemfikir olmuşlardır? Böyle bir akıl hastalığı var mıdır? Psikiyatriye az-çok aşina olanlar, bu iddianın saçma olduğunu bilirler.


3: Büyüklük paranoyasına yakalanmış olan bir kişi, kendisini örneğin Cumhurbaşkanı veya Amerikan büyükelçisi gibi görebilir. Arada türeyen yalancı peygamberler de zaten bu çeşit hastalardır. Ancak unutulmaması gereken bir şey var ki, “Ben Amerikan büyükelçisiyim” diyen herkesi “Delidir” diye akıl hastanesine yatırırsanız, gerçek büyükelçiyi de yanlışlıkla hastaneye kaldırabilirsiniz. O zaman hata yapmamak için, “Delilin nedir? İspat edecek bir evrakın var mı?” diye sorarsınız.


Aynen öyle de, bir insanın “Ben peygamberim.” dediğinde, delil olarak mucizelerini, evrak olarak da ona vahiy edilmiş kitabını görmek lâzımdır. Ve nitekim peygamberimiz, delillerini sunmuş, yüzlerce mucize göstermiş, kitap olarak da yine birçok yönüyle mucize olan Kur’an’ı gösterip davasını ispat etmiştir. Artık hala şüphe edenin, aklından şüphe edilir.


Yeri gelmişken, bir akıl hastanemizde yanlışlıkla hasta muamelesi gören bir vaka anlatılır, aktarmak isterim: Bir gün hastanenin acil polikliniğinde bir kadın “Ben falanca yabancı diplomatın eşiyim.” diye havalı bir şekilde, teftiş yaparcasına dolaşırken görülmüş. Hastane personeli, bozuk bir Türkçe ile konuşan, giyimi biraz garip ve tavırları da abartılı olan kadının, bir yabancı diplomat eşi olamayacağı fikriyle, ‘paranoid psikoz’ teşhisi koyup karga-tulumba hastaneye yatırmışlar. Buna tepki olarak bağırıp çağırmaları da eksitasyon (saldırganlık) olarak kabul edilmiş. Ancak birkaç gün sonra kadının gerçekten de bir yabancı büyükelçinin eşi olduğu ortaya çıkmış. Olay neredeyse diplomatik bir skandal halini alacakken, güç-bela hata anlatılıp özür dilenmiş. Keşke teşhis koymadan önce kimliğine bakıp biraz soruşturmuş olsalardı, değil mi?


4: Kaldı ki, peygamberimize elçilik görevi 40 yaşında verilmiş. Ve o yaşına dek de çevresinde ‘Muhammed-ül Emin’ lakabı ile, yani doğru, güvenilir bir insan olarak tanınmış. Halinde, tavrında hiç bir aşırılık, gariplik görülmemiş. Oysa tıbben biliyoruz ki, akıl hastalıklarının hemen hepsi, 40 yaşına dek mutlaka bir belirti verir. Zira 40 yaşında artık mizaç sabitleşir. O yaştan sonra başlayan akıl hastalığı çok nadirdir. Ancak bunamaya veya kafa travmasına bağlı olarak nadir bazı sorunlar çıkabilir. Hatta en ağır akıl hastalığı olan ve hayaller görme, sesler işitme (halüsinasyon) ve garip fikirlere saplanma (hezeyan) gibi belirtilerle seyreden şizofreni hastalığının teşhisini koymak için, bir çok bilim adamı, hastalığın 40 yaşından önce başlamış olması şartını aramaktadır.


Oysa peygamberimizin 40 yaşına kadar olan hayatında, kendisini eleştirecek tek bir noktayı, düşmanları dahi bulamamışlar. Onun için ne 'ahlaksız', ne 'yalancı', ne de 'kafası karışık' dememiş, diyememişler.


Burada bir tefsirden alıntı yapalım:


“O zâtın (asm) dört yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde bir hilesi, bir kötülüğü görülmemiş ve bir yalanı işitilmemiştir. Eğer o zâtın yaratılışında, tabiatında bir fenalık, bir kötülük eğilimi olsaydı, gençlik heyecanıyla mutlaka dışarıya yansıyacaktı. Halbuki bütün ömrünü tam bir istikametle, iffetle ve düzen içinde geçirmiş, düşmanları bile hileye işaret eden bir halini görmemişlerdir.


Ve 40 yaşına gelindiğinde, iyi olsun, kötü olsun, nasıl bir ahlâk olursa olsun, kalıcı olur, alışkanlık haline gelir, artık terk edilmesi mümkün olmaz. İşte o zatın tam 40 yaşının başında iken yaptığı o büyük devrimi âleme kabul ettirip onaylatan ve herkesi onun etrafına toplayan en önemli faktör, onun öteden beri herkesçe bilinen doğruluğu ve güvenilirliği olmuştur. Ve bu özelliği, peygamberlik davasına büyük bir delil hükmüne geçmiştir.”


Bütün bunlardan sonra, “Peygamberimize deli diyen, esas kendi delidir.” denilse, yeridir bence.