3 Ekim 2023

KADER İŞARETLERİ


İnsanoğlu, hem geçmiş hem de gelecekle ilgili bir varlıktır. Bir yandan geçmişte yaşadıklarını hatırlayıp muhasebe eder, bir yandan da gelecekte neler olabileceğini tahmin etmeye çalışır. Geçmişi değerlendirmek ne denli insani bir davranışsa, geleceği tahmin etmeye çalışmak da o denli doğaldır. Ve tarih boyunca insanlar “geleceği bilebilir miyiz?” sorusuna cevap bulmaya çalışmışlardır.


Bu yönelimin yanı sıra, eskiden beri bütün dinlerin “Olacak her şey kader levhalarında yazılıdır. Gelecekteki her şey, daha olmadan önce bellidir.” inancını bir temel olarak sunması veya bazı sezgileri kuvvetli insanların yaklaşan olayları 'hiss-i kablel-vuku' şeklinde önceden haber vermeleri ya da rüyalarda görülen bazı olayların aynıyla çıkması gibi gerçekler de insanoğlunun ortak bilinçaltına asırlarca şu fikri kazımıştır: “Geleceği bilmek mümkün mü ve nasıl?” Ve bunun ardından meraklı zihinler her ipucunu dikkatle incelemeye başlamış, her yerde geleceğe ve kadere dair işaretler aranmıştır.


EL ÇİZGİLERİ:


Önce eline bakmıştır insanoğlu ve avucundaki ilginç çizgilere gözü takılmıştır. “Bu derece ayrıntılı ve insandan insana farklı çizgiler, sadece avucun açılıp kapanmasını kolaylaştırmak için veya onun sonucunda olamaz; bunların içinde başka bir iş var.” demiştir kimileri. Ve dikkatli gözlemler, bu çizgilerin gerek kişiliğe, gerek kadere dair işaretler taşıdığını göstermiştir.


Mesela serçe parmağının altından işaret parmağının altına kadar uzanan çizgiye 'kalp çizgisi' denilmiş, bu çizgisi derin ve zincir şeklinde karışık olan insanların duygusal problemler yaşadıkları, his dünyalarının çalkantılı olduğu, düz bir kalp çizgisinin ise istikrarlı, biraz da tekdüze bir ruh haline işaret ettiği görülmüştür.


Kalp çizgisinin altında ona paralel olarak uzanan çizgi 'akıl çizgisi' olarak adlandırılmış, akıl çizgisi uzun ve derin olan insanların zihin kapasitelerinin yüksek olduğu, eğer bu çizgi kalp çizgisine paralel gidiyor ise mantık ağırlıklı, aşağıya, el ayasına doğru eğimli gidiyor ise sezgi ağırlıklı bir düşünce yapısını gösterdiği fark edilmiştir. Bu çizgi üstündeki kırık ve kıvrılmaların da o bölgeye denk düşen yaşlardaki zihinsel bunalımlara ve köklü fikir değişikliklerine işaret ettiği düşünülmüştür.


Baş parmağı boydan boya çevreleyip bileğe doğru uzanan çizgi ise 'hayat çizgisi' diye isimlendirilmiş ve pürüzsüz ve uzun bir hayat çizgisi olan insanların uzun ve sağlıklı bir hayat yaşadıkları, bu çizgi üstündeki kırıkların belli dönemlerdeki hastalıklara işaret ettiği gibi pek çok ipuçları bulunmuştur.


Hatta bu konuda İtalyan doktorlarca bir araştırma bile yapılmış, ölmüş insanların hayat çizgileri ölçülmüş ve hayat çizgisi uzunluğu ile ölüm yaşı arasında pozitif korelasyon olduğu, yani uzun hayat çizgisi olanların uzun yaşadığı, tıp literatüründe bile yer almıştır.


Bu üç ana çizgi dışında kalan küçük çizgiler de ayrı ayrı adlandırılmış (meslek, sağlık, evlilik, çocuk çizgisi vs.) ve bunlar üzerine de sayfalarca yorum yapılmıştır.


Elin ve parmakların yapı ve şekilleri de değerlendirilmiştir tabii ki. Mesela başparmağı küçük olan insanların hayır demekte güçlük çektikleri, zayıf iradeli oldukları fark edildiğinden, eski Çinliler yabancı ülkelere diplomatik pazarlık için yolladıkları elçileri, baş parmağı uzun ve kalın olan kişilerden seçmişlerdir. Parmakları geriye doğru fazla kıvrılıp bükülebilen kişilerin ruhsal olarak elastik, yani her ortama uyum sağlayabilen bir yapıda oldukları, ama hileye de yatkın oldukları, bir diğer tesbittir.


Yasin Suresinde geçen “o gün onların yaptıklarını bize elleri anlatır” mealindeki ayeti, bu ilme bir işaret olarak yorumlayan bazı İslam alimleri de bu konuya hayli eğilmişlerdir.


Ve bu ilim günümüzde de hâlâ ilgi çekmekte, insanların çoğu bu çizgilerde bazı işaretler olduğunu hissetmekte ve “El falına bakayım mı?” diyenlere hâlâ el açmaktadırlar.


YÜZ HATLARI:


Gözünü elinden kaldırıp yüzüne bakan insan, bu sayfadaki işaretlerin de anlamlarını keşfetmekte gecikmemiştir.


Çenesi belirgin ve çıkık olanların 'kolay dolduruşa geldikleri', kalın dudaklı insanların zevkine düşkün, ince ve normalde sıkıca kapalı duran dudaklara sahip olanların sıkı ağızlı, ketum, kemerli (karga) burunlu olanların lider ruhlu, kalkık burunlu olanların da isyankâr oldukları, hemen fark edilmiştir. Zamanlar göz yapısından benlere varıncaya dek yüz sayfasındaki bu ince yazılardan, karaktere ve kadere yönelik yüzlerce ipucu çıkarılmıştır.


“Herkes yüz yapısına göre bir kişiliğe ve davranışa sahiptir” şeklinde de tefsir edilebilen “küllün ya’melune ala şakiletihi” ayeti ve “güzel ahlakı güzel yüzde arayınız” mealindeki hadis de, bu ilgi alanını çoğu İslam alimlerince anlamlı kılmıştır. Peygamber efendimizin (a.s.m.) son derecede dengeli ve uyumlu bir yüz yapısına sahip oluşu da, ahlakındaki güzellik ve uyuma bir işaret olarak kabul edilmiştir.


Bu ilme dair ayrı bir risale de yazan Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın başından geçen ilginç bir olay şöyle anlatılır: Bir gün talebeleriyle beraber bir handa konaklayan bu zat, han sahibini görünce çok rahatsız olur. Zira hancının gök mavisi gözleri, acımasız bir kişilikten haber vermektedir. Oysa hancı kendilerini çok iyi karşılar. Bir dedikleri iki edilmez, çok rahat bir gece geçirirler, güler yüz ve iltifat görürler. Hoca da, bu ilmi bilen talebeleri de şaşkındır. İlm-i heyet'in en bilinen işaretlerinden biri yanlış mıdır?


En sonunda tekrar yola koyulacakları zaman, hancının müthiş şişkin bir ücret talep edip sert bir tavır takınması ile İbrahim Hakkı rahatlar, gülmeye başlar ve talebelerine “parayı kaptırdık ama kitabı kurtardık” der.


Bu konuda Bediüzzaman da Mesnevi-i Nuriye eserinde mealen şöyle demektedir: Âlemde her şeyin yüzünde hikmet eserleri göründüğü gibi, en uzak, en geniş, en ince ayrıntılarda da hikmet eserleri vardır. Evet, insanın yüzünde, cildinde, ellerinin içlerinde, kader kalemi ile pek çok çizgiler, nakışlar yazılmıştır. Malumdur ki bunlar, insanın ruhunda bulunan manalara, ruhsal özelliklere işaret ettikleri gibi, yaradılışında kader tarafından yazılmış mektuplara da işaretleri vardır.


ASTROLOJİ:


Ama küçük bir âlem olan insanın elinde ve yüzünde böyle ince yazılmış işaretleri bulanlar, yine de 60-70 yıllık bir hayatı ve binlerce kişilik özelliğini küçük çizgilerde özetlemekle tatmin olmamış ve gözlerini göğe çevirip, büyük insan olan âlemde koca yıldızlarla yazılmış okunaklı işaretler aramış ve bulmuşlardır da. İlk fark edilenlerden birisi, kırmızı parlak yıldızın (Mars) en büyük ve parlak göründüğü (yani dünyaya en yakın olduğu) dönemlerde savaşların artması olmuştur. Ardından belli zaman dilimlerinde doğan insanların hayli benzer kişilik özelliklerine sahip oldukları görülmüş ve burçlar belirlenmiş, giderek astroloji ilmi gelişmiştir. Astroloji, yani Güneş, Ay ve gezegenlerin burçlardaki dağılımları ve birbirleri ile yaptıkları açılardan hareketle, kişinin karakteri ve geleceği hakkında yorum yapan ilim.


Bu koca yıldızlardan oluşmuş devasa düzenek (ki 'felek çarkı' olarak da adlandırılır) tarih boyunca gerek kişilik tahlili yapmak, gerekse de geleceği, kaderi öğrenebilmek için kullanılan en popüler yollardan biri olmuştur. Özellikle Babillilerin astroloji merakı neredeyse toplumsal çılgınlık düzeyine varmıştır. Hz. Davud zamanında da bazı kavimlerin harbe gönderilecek askerleri astrolojik hesaplara göre 'eceli gelmemiş' olanlardan seçtikleri ve bu şekilde pek çok savaş kazandıkları kitaplarda yazılıdır. En meşhur örneklerden biri de, Peygamberimizin (a.s.m.) doğduğu gece bir Yahudi müneccimin, “Son peygamberin yıldızı bu gece doğdu. O geldi!” dediği rivayetidir ve bir peygamberlik delili olarak zikredilir. İncil'de de Hz. İsa'nın doğumunu bir yıldızın haber verdiği ve müneccimlerin bu sayede ondan haberdar oldukları yazılıdır.


İslam alimleri de “bu koca yıldızlar, süslü burçlar, görevsiz, hikmetsiz, başıboş olamazlar. Bu büyük felek çarkları bir büyük kader kanunu ile çevriliyor olsa gerek” deyip bu ilimde hayli yol kat etmişlerdir.


Muhyiddin-i Arabi bu konuda özel bir kitap kaleme almış ve önsöze “Daha nice işaretler yarattı. Onlar yıldızlarla da yollarını doğrulturlar.” mealindeki ayeti yazmıştır. Erzurumlu İbrahim Hakkı da Marifetname’sinde astrolojiye özel bir bölüm ayırmıştır.


Yine de çoğu İslam alimlerinin “gaybı öğrenmeye çalışmak, kulluk edebine aykırıdır. Kader gizli bırakıldıysa, gizli kalması gerekiyor demektir.” itirazı, İslam âleminde astrolojinin (özellikle de gelecek tahminine yönelik kısmının) fazla kabul görmesini engellemiştir. Ortaçağda astrolojinin okullarında ders olarak okutulduğu Batı dünyası da, aklı ve somut sebepleri önceleyen Rönesans sonrası astrolojiden hayli soğumuştur.


Buna rağmen 'Psikiyatrinin üç büyüğü'nden birisi olan Karl Gustav Jung, astrolojiyle ciddi biçimde ilgilenmiş, hemen tüm hastalarının yıldız haritasını çıkarıp bir de bu yolla kişiliklerini analiz etmiştir. Hatta Jung’un bir seferinde astrolojik bir deney olarak, kendisine verilen 7 erkek, 7 kadın, 14 kişinin yıldız haritalarını inceledikten sonra, hangi harita sahiplerinin birbiriyle evli olduklarını doğru olarak tahmin ettiği, yanlışlıkla evli olduklarını sandığı iki kişinin de sonradan tanışıp evlendikleri yazılıdır.


Hitler’in de astrologları danışman olarak kullandığı ve Rusya’ya saldırana kadar onların önerilerine uyup başarılı olduğu, ama “Rusya’ya girmeyin” diyen astrologlarına “ne olursa olsun gireceğim, siz yıldızlar uydurun” demesi ile de hezimete gittiği anlatılmaktadır.


Son zamanlarda ise astroloji giderek daha popüler olmakta ve “Satürn yükselen burcumda, bu sıralar keyifsizim” gibi yorumlar daha sık duyulur hale gelmekte, kimi insanlar bebeklerinin doğum tarihini bile yıldızlara göre ayarlamaya çalışmaktadır.


VE BEN:


Bu satırların yazarı da gençliğinden beri astroloji ile ilgilendiğinden, uzun zamandır sizlere bu ilimle ilgili fikirlerini aktarmak istemiş ve nihayet bu yazıda muradına ermiştir.


İlk gençlik yıllarında okuduğu bir broşürde, kendi burcu için kullanılan bazı olumsuz ifadeleri, nefsine çok ağır gelmekle beraber (azıcık insaflı olduğundan) sonunda kabullenmesi, onun ilk ciddi nefis muhasebesine vesile olmuş, bundan sonra kendini artı ve eksileriyle daha iyi tanımak amacıyla astrolojiyle ilgilenmeye başlamıştır. Zaten astrolojinin en önemli faydası, kişinin kendisini tanımasına vesile olmasıdır. Yazar, kişiliğine çok uyduğunu hissettiği bir diğer burcun da yükselen burcu olduğunu öğrendiğinde “bu kadar da tesadüf olamaz, bu işin içinde bir iş var” diyerek bu konuda derinleşmeye karar vermiştir.


Kendi yıldız haritasını çıkarıp yorumunu yaptığında ise, o zamanlar gençlik sarhoşluğu ile zannettiği gibi, dünyanın en mükemmel insanı olmadığını acı bir şekilde fark etmiş ve kısa süreli bir depresyona bile girmiştir. Ancak bu ruhsal ameliyat da bir süre sonra şifa hükmüne geçmiş ve “kapasiteni bil, olabileceğinle yetin, kaldıramayacağın yüklerin altına girme, kaderine razı ol, rahat et” mantığını doğurmuştur.


Yazar, yıllar süren incelemeleri sonucunda şu fikre varmıştır: İnsanın nasıl bir kişiliğe sahip olduğu, düşünce yapısı, mücadele biçimi, şanslı olduğu veya zorlandığı konular, anne-babası ile ilişkileri, meslek tercihi, özel yetenekleri, zaafları, evliliği gibi hemen her şey, tesadüfe havalesi imkansız bir doğrulukla yıldız haritasından anlaşılabilmektedir.


Ancak bunun için sadece Güneş'in hangi burçta olduğunu bilmek yetmemekte, doğum anındaki tüm gezegenlerin konumlarının ve aralarındaki açıların yorumlanması gerekmektedir. Her ilimde olduğu gibi yarım ve eksik bilgi yanıltıcı olmaktadır yani. Bu ilimde de, ya derinleşmek lazımdır ya da hiç girmemek. Kişilikle ilgili bu bilgilerin yanı sıra, sürekli yer değiştiren gezegenlerin haritanın hangi bölgelerini ne zaman ve nasıl etkilediğine bakılarak başa gelecek olaylar bile tahmin edilebilmektedir, bunu yaşayarak görmüştür.


Astrolojinin mekanizmasını da şöyle izah etmektedir: “Allah her şeyi sebepler aracılığı ile yarattığı gibi, insanın ruhsal yapısını ve kaderini de gök cisimlerinin etkilerini görünür bir sebep tutarak yaratır. Bu etkinin hangi yolla olduğunu bilmememiz, gördüğümüz açık ilişkiyi inkar etmemizi gerektirmez. Felek çarkı bir mutfak tezgahı gibidir. Burçlar tencere-tava, yıldızlar da tuz-biber gibidirler. O büyük tezgahta daima değişen karışımlarla her biri kişilik özelliklerine sahip insanları asıl yoğuran da, tabii ki Kudret Eli’dir. Görünürdeki sebepleri gerçek etki sahibi olarak görmez, sadece birer işaret, birer araç olarak kabul ederseniz, Astroloji aynasında da Yaratan’ın ince ve derin hikmetlerini görürsünüz.”


Hiç görmediği kişileri bile haritalarına bakıp tarif edebilmesi sonrasında, yazarımız astrolojiye giderek daha fazla vakit ayırmış, işini, eşini, bir işe başlayış tarihini, arkadaşını vs. seçerken bile bu ilimden faydalanmış ve genellikle de isabet kaydetmiştir. Ama genellikle, her zaman değil. Zira astroloji hala eksik bir bilim dalıdır. Muhtemelen on iki güç odağı olması gerekirken, henüz sadece dokuz gezegen bilinmektedir. Yani en ayrıntılı haritada bile üç önemli güç odağı eksiktir. Zaten o yüzden, en iyi astrologların tahminleri bile bazen yanılmaktadır. O yüzden astrolojiye çok fazla bel bağlamamak gerektiğini, bilmediğimiz gezegenlerin etkilerinin birçok şeyi değiştiriyor olabileceğini söylemektedir.


Yazar, aslında karakter tahlili amacıyla başladığı astrolojinin, geleceğe işaret eden kısmına önceleri tedirgin yaklaşmış, gaybı bilmeye çalışmanın doğru olmadığını kendine defalarca söylediği halde, çok geçmeden kendisini tahminler yaparken bulmuştur. Genellikle de doğru çıkan bu tahminleri “olabilecek olaylara ruhen hazırlanmaya vesile oluyor” diye savunmuş ama, aynı zamanda kaderin önüne geçilemeyeceğini de fark etmiştir.


Mesela 11 Ağustos 1999 Güneş tutulmasından sonra, muhtemelen 18 Ağustos civarında büyük bir deprem olacağını (bir çok astrolog gibi) tahmin etmiş, hatta bu dönemde büyük kızının kafa travması geçirme ihtimalini görmüş, ama depremde kızının başına dolap devrilmesine engel olamamıştır. Yine de bu ihtimal için okuduğu duaların hürmetine kızının belki de muhtemel bir ölümden burnu bile kanamadan kurtulduğunu hissetmektedir.


“Allah sebeplerle muamele eder, icraat yapar. Ama özel rahmeti devreye girince sebepler de susar. Yıldızları yaratan ve olaylara görünürde birer aracı olarak kullanan Allah, istediği kişiye rahmeti ile yardım edebilir” demektedir artık. Ne de olsa 'her şeyin dizgini onun elinde, her şeyin anahtarı onun yanında'dır. Sebepleri yaratan, tabii ki onlara mahkum değildir.


Ve astrolojiden giderek soğumaya başlar. Son vardığı nokta şudur: “Önceden bilsek bile, her şey olacağına varıyor. Dua ve Allah’ın yardımı da her belayı def edebiliyor. Üstelik onun yardımı olduktan sonra, çirkin gibi görünen şeylerden bile güzellikler çıkarken, onun yolunda değilsek de, güzellikler bile fayda vermiyor. “Ne olacak?” diye yıldızları incelemek yerine, o vaktimizi duaya ayırıp “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” demeliyiz.”