9 Ekim 2023

İYİLİK DOĞUŞTAN MIDIR?


İnsanın iyi-kötü gibi ahlâkî değerlere doğuştan mı sahip olduğu, yoksa bunları zamanla mı öğrendiği, üzerinde çok tartışılmış bir konudur. 2000’lerin başında Yale Üniversitesi’nde yapılan bir dizi araştırma, bu konuda çok çarpıcı sonuçlar vermiştir. Üstelik bu araştırmalar, en fazla 5 aylık olan bebekler üzerinde yapılmıştır; yani tümüyle saf ve 'bozulmamış' dönemde. Sonuçları kısaca aktaralım:


Deneylerden birinde, bebeklere kuklaların rol aldığı oyunlar izletilir. İlk bölümde A kuklası bir başka kuklaya yardım eder. Sonra da B kuklası bu yardımı engeller. Oyunun ardından, bebeğe A ve B kuklaları sunulur ve hangisini seçtiğine bakılır. İlginç biçimde, daha 5 aylık bebeklerin hemen tamamı, iyilik yapan A kuklasını seçerler. Yani 5 aylık bir bebek bile, iyi ile kötüyü ayırabilmekte ve iyiden yana olmaktadır. Bu da iyiliğin, doğuştan gelen bir özellik olduğuna işaret eder.


Sonraki bölümde A ve C kuklaları top oynarlar. Bu esnada A kuklası topu alıp kaçar. Yani hırsızlık gibi kötü bir davranış sergiler. Üstelik bu kukla, bir önceki oyunda ‘iyi’ olan ve bebeklerin de seçtiği kukladır. Ve görülür ki, daha önceden sevilip seçilen A kuklası, hırsızlık gibi kötü bir davranış yaptığında, bebekler artık o kuklayı istemezler. Hem de %81 gibi büyük bir oranla diğer kuklayı seçerler. Yani bebekler, daha önce sevmiş olsalar bile, yanlış yapanı cezalandırmakta, adalet istemektedirler. Demek ki adalet duygusu ve suçluyu cezalandırma yönelimi de insan ruhunda doğuştan vardır.


Peki insan doğuştan iyi ve adaletli ise, kötü davranışlar ve zulümler nasıl gelişir? İşte takip eden deneylerde, bu sorulara dair ipuçları elde edilmiştir. 


Sıradaki deneyde önce bebeklere iki yiyecek sunulur (mesela mısır gevreği ve bisküvi) ve bebeğin hangisini sevdiği belirlenir. Ardından bir kukla gösterisinde, iki kuklaya aynı gıdalar sunulur ve kuklalar da yiyecekleri seçerler. Ardından bu kuklalar bebeklere gösterilir. Ve bebekler, başka hiç bir ayırıcı sebep yokken, kendi sevdikleri gıdayı seçen kuklayı tercih ederler. Örneğin bisküvi seven bebek, yine bisküviyi tercih eden kuklayı alır. Yani kendine benzeyene yakınlık duymak da doğal bir yönelimdir.


Son aşama ise çok ilginç sonuçlar verir. Bu deneyde yiyecek seçimi yapmış olan kuklalara, anlattığımız iyi kukla-kötü kukla oyunu tekrar oynatılır. Ve bebekler bu kez iyi kuklayı değil, sevdikleri yiyeceği tercih eden kuklayı seçerler; kötü bir davranışta bulunsa bile. Hem de %87 gibi ezici bir oranda. Yani bebekler, kötü bile olsa, ortak zevkleri olan kuklayı tercih etmektedirler. Kendi tarzlarına uymayan, farklı beğenileri olan kuklalara haksızlık yapılmasını önemsemedikleri görülmüştür.


Tüm bu deneylerden anlaşılan şudur: İnsanlar daha doğuştan, iyiliğe, adalete yatkın olmakla beraber, yine doğal bir yönelimle, kendilerinden farklı gördükleri kişilere karşı umursamaz davranmakta, kendilerine benzeyen kişilere ise, haksızlıkları önemsemeyecek derecede destek çıkabilmektedirler. Yani kendisi gibi olanı mükafatlandırma, farklı olanı ise dışlama eğilimi, doğal bir özelliktir. İşte bu son yönelim, dünyada gördüğümüz tüm adaletsizlikleri ve zulümleri açıklamaktadır. Hatta bazıları bu yönelimi, insanın doğuştan getirdiği ‘karanlık yön’ olarak isimlendirmiştir.


Ancak her işini hikmetle yapan yaratıcının, insana bu doğal yönelimi vermesinin, ne boşuna, ne de ‘karanlık’ olduğunu düşünmüyoruz. Olsa olsa bu yönelim, insanın kendine benzer kişilerle ortak hareket etmesi, böylece yardımlaşarak uyumlu bir sosyal gurup oluşturması için verilmiş olsa gerektir. Kendine benzeyeni sevip biraz da kayırmak, toplum hayatının olmazsa olmazıdır zaten. Bu yönelimin haksızlık ve zulme yol açmasını nasıl önleriz, bunun üzerinde düşünmek, daha doğru olacaktır.


Bunun yolu ise gayet açıktır: Farklı görülen insanlarla aslında nice ortak paydamız olduğunu vurgulamak, yani “İkinizin de yaratıcınız bir, rızık vericiniz bir, rabbiniz bir, atanız bir.” mantığını devreye sokmak lazımdır. Eğer bu yapılırsa, bizden çok farklı gördüğümüz kişilerle bile ne kadar çok ortak yönümüz olduğu fark edilir ve ufak farklılıklardan büyük düşmanlıklar çıkmaz. Güliver'in meşhur öyküsündeki gibi, 'yumurtayı sivri tarafından kıranlarla künt tarafından kıranlar' arasında çatışma çıkması engellenir.


Sonuç olarak diyebiliriz ki, iyilik duygusu insana doğuştan verilmiştir. Ancak bu doğal yönelim, toplumda iyiliğin hâkim olması için tek başına yeterli değildir. İnsanları birleştirecek ortak değer yargılarına ihtiyaç olduğu açıktır. 


İşte burada sözü Resulullah’a (asm) bırakıyoruz. İnsanlığın yol göstericisi, veda hutbesinde şöyle buyurmuş: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’densiniz. Adem de topraktandır. Allah katında en değerli olanınız, ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Arap'ın Arap olmayana hiçbir üstünlüğü yoktur. Kimsenin başkaları üzerinde soy-sop üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak Allah korkusu iledir.”