25 Ekim 2023

KORKUTMA TERAPİSİ


Geçenlerde Bediüzzaman’ın ‘İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi’ adlı eserini okurken, bir cümle dikkatimi çekti: Günümüzün ifadesiyle: “Öyle bir deliliğim var ki, askeri mahkeme bile korkutarak tedavi edemedi.”


Bediüzzaman'ın eserlerinde bazı ilimlerin püf noktalarına dair işaretler olduğunu birkaç kez görmüştüm. Bir psikiyatrist olduğum için de, akıl hastalıklarının tedavisinden bahseden bu ifade ilgimi çekti. Açıktı ki, bu cümlede Bediüzzaman, 'delilik' olarak nitelenen ağır akıl hastalıklarının korkutma ile tedavi edilebileceğini ima ediyordu.


O an aklıma, ortaçağda Avrupa'da akıl hastalarına işkence yapıldığına dair rivayetler geldi. Bugünden o zamana bakıp, “Ne kadar yanlış yapmışlar. İnsanlık dışı bir yöntem.” demek, en kolayı muhakkak. Ama biraz düşününce, olayın ilk anda göründüğü gibi olmadığı anlaşılabilir.


Neden akıl hastalarına, onları korkutmaya yönelik uygulamalar yapıyorlardı, biraz düşünelim. Klasik cevap, “İçlerindeki kötü ruhları çıkarmak için.” şeklindedir. İyi de, o orta çağ denilen 'garip' çağda, kötü ruhlar tarafından ele geçirildiği düşünülen on binlerce kişiyi çıra gibi yakanlar, akıl hastalarını neden yakmamışlar da, masrafa girip, hastaneler yapıp, işkence aletleri kurup, korkutarak tedavi etmeye çalışmışlar? Bu çok mantıksız değil mi? Bunu yapanların hepsi de aptal, sadist veya sapık mıydı? Hem eğer bu yöntem hiç bir işe yaramamış olsa, bunu yüzyıllarca devam ettirirler miydi? Yoksa gerçekten amaçları o hastaları tedavi etmekti de, ‘korkutma’nın akıl hastalıklarına iyi gelen bir tarafı mı vardı?


Tabii araya bir not daha eklemem gerek. Bu ifadelerden, işkenceyi hoş gördüğüm anlamı çıkaranlara, hakkımı helal etmem. Anlatmaya çalıştığım, saçma ve vahşi görünse dahi, her yaygın uygulamanın bir gerçeklik payı olduğundan hareketle, bazı ipuçları bulmaya çalışmaktır, o kadar.


Konuya dönersek: 'Korkutma'nın akıl hastalıklarına etkisinden bahsedince aklıma, 1999 İzmit depremi sonrasındaki tecrübelerim geldi. O feci olay sonrasında çoğu psikiyatrist arkadaş gibi ben de “Eyvah, akıl hastaları bu olaydan sonra herhalde iyice bozulurlar.” diye düşünmüştüm. Oysa tam tersi olmuştu. Çoğu hasta deprem sonrasında çok belirgin bir düzelme göstermişti. O dönemde şaşkınlıkla sorduğum “Nasıl olur?” sorusu, aklımın bir köşesinde kalmıştı hep.


Şimdi anlıyorum ki, muhtemel sebebi şuydu: Daha önce hayali düşmanlarla uğraşan, gerçek dışı hezeyanlarla meşgul olan zihinler, somut bir tehditle, göz önündeki açık zorluklarla karşılaşınca, hayal dünyasından gerçeğe dönmüşlerdi. “Bir deprem daha olursa evim yıkılır mı?” şeklindeki somut korku, “Uzaylılar bana mesaj mı yolluyor?” hayalinin önüne geçmişti. Yani açık, net ve yakın olan düşman ve korkular, hayali düşman ve korkuları perdelemiş, onları ikinci plana atmıştı.


Psikiyatri servis çalışmalarımda, buna benzer birkaç gözlemim daha oldu. Hayali düşmanlara yönelik hezeyanlarla yatırılmış hastalar, servisteki bir başka hasta ile bir sebepten ciddi bir sürtüşme içine girdikleri, tehditler aldıkları zaman, hezeyanlarında hafifleme olurdu. Tam olarak "çivi çiviyi söker" denilen mekanizma. "Biraz tehlike, beni sakinleştiriyor." cümlesini, Yalom boşuna yazmamıştı yani.


İşte burada Kur'an hakkında çok sorulan bir sorunun cevabı belirdi zihnimde. Hep derler ya: “Neden Allah Kur'an’da insanları çokça korkutup Cehennem'le tehdit ediyor?” Bunun bir cevabı da şu olsa gerekti ki: İnsanları hayali ve anlamsız korkulardan kurtarmak için.


Zira insanın ruhunda korku damarı yaratılıştan var. Her insan mutlaka bir şeyden korkar. Hiç olmazsa, korkmaktan korkar. Öyleyse bu korku damarını doğru yere yönlendirmek gerekir ki, anlamsız konularda harcanmasın. Örneğin kötü arzularına uymaktan, hesap gününde mahcup düşmekten, sonunda da Cehennem azabından korkan (ama hakkıyla korkan) bir kişinin, “Beynime çip takıldı. Uzaylılar beni öldürecek.” türünden anlamsız korkulara enerjisi kalmaz tabii ki. Yani diyebiliriz ki, rabbimiz bizi Kur'an’da tehdit edip korkutuyor ki, asıl korkulması gerekenlerden korkalım, anlamsız hayallerden değil.


Elbette burada bahsettiğimiz etki, korkunun veriliş hikmetlerinden sadece birisidir. Esas hikmeti ise bilinen bir benzetmeyle anlatılır: Nasıl ki bir anne, kendisinden riskli biçimde uzaklaşan çocuğunu, “havhav geliyor” diyerek korkutup kucağına çağırır, aynen öyle de, rabbimiz de bizi korkutarak kendi şefkatine sığınmaya teşvik ediyor. Aynı zamanda da, korku damarını anlamsız yerlerde değil, uygun yerlerde kullanmaya sevk ediyor.


Öyleyse, Kur'an’daki korkutma ayetleri sayısınca Allah’a hamd olsun.