13 Haziran 2023

ALLAH'IN VARLIĞININ İSPATI


Bir arkadaşım ODTÜ felsefe bölümünde okurken, bir dönem bilim felsefesi dersini almaya başlıyor. Dersin hocası da konusunda Türkiye çapında bir uzman. Ancak inançsız. Ve daha ilk dersinde fikirlerini aktarmaya başlıyor.

"Arkadaşlar" diyor, "Allah’ın varlığı bir varsayımdan ibarettir. Aslında böyle bir şey yok, ama bazıları işlerine öyle geldiği için bir yaratıcıya inanmış, sonra da bütün düşüncelerini bu varsayım üzerine bina etmişler. Aslında bu, temelsiz bir kabulden ibarettir."

Bunun üzerine arkadaşım itiraz ediyor ve "Hocam" diyor, "sizin dediğiniz gibi değil. Biz müslümanlar akıl ve mantıkla iman ediyoruz. Ve Allah’ın varlığını ve birliğini, aklen, mantıken ispata da hazırız."

Hoca "Hele bir ispat et bakalım, nasıl yapacaksın?" diyor. Ve arkadaşım anlatmaya başlıyor:

"Bir harf yazarsız olmaz, bir iğne ustasız olmaz, bir köy muhtarsız olmaz, değil mi?"

"Evet."

"Öyle ise, bir harf bile yazarsız olmazken, nasıl olur da şu muhteşem kâinat kitabının bir yazarı olmaz? Bir iğne bile ustasız olmazken, nasıl olur da şu kâinat fabrikasının mükemmel bir ustası olmaz? Bir köy bile muhtarsız olmazken, nasıl olur da şu koca kâinat şehrinin bir yüce idarecisi olmaz?

O yaratıcıyı tanımanın yolu da çok basit. Örneğin bir mektup, dikkatli bir okuyucu için, onu yazanı tarif eder. Mektubu yazanı görmesek de, kişiliğini, ilgi alanlarını, uğraşlarını mektubundan anlayabiliriz. Tabii bunun ilmi olan grafoloji’yi biliyorsak.

Aynen öyle de, bu kâinat, Allah’ın bizlere kendisini tanıttırmak için yazdığı mektuplarla doludur. Her bir ağaç, bulut, çiçek, hayvan, yani gördüğümüz her şey bize yaratıcısını tarif eden birer mektup hükmündedir. Okumasını bilirsek tabii."

Hoca beklemediği bu açıklama karşısında şaşırıyor. Sonra da "Ama bu yaptığınız bilimsel bir izah değil." diyor. Arkadaşım ise bir karşı soru ile konuyu açmaya devam ediyor.

"Hocam siz atomun varlığına inanıyor musunuz?"

"Tabii ki."

"Peki deliliniz nedir? Atomu gördünüz mü veya gören var mı?"

"Atomu gören yok. Ama biz atomun varlığını doğrudan değil, dolaylı yoldan biliyoruz. Örneğin Rutherford ve Geiger altın plakaya çarpan alfa taneciklerinin izlerine bakarak atomun varlığını ve yapısını göstermişler. Yani atomu oluşturan parçacıkların izlerinden, etkilerinden hareket ederek atomun varlığını ve yapısını anlıyoruz. Bu tarz ispata da çıkarım (inference) diyoruz."

Hocanın bu açıklaması üzerine arkadaşım gülerek "Açıklamalarınız için teşekkür ederim hocam." diyor. "Demek ki az önce Allah’ın varlığını ispat için anlattığım delil de, atomu ispat için kullanılan delil gibi, çıkarım (inference) yöntemi oluyormuş ve bilimsel bir ispatmış."

Hoca şaşırıyor: "Yani bunlar aynı şey mi?"

"Tabii ki aynı hocam. Neresi farklıysa söyleyin. Siz ‘altın plakadaki etki ve izlerden atomu ispat ve tarif edebiliriz’ dediniz; ben de ‘kâinattaki varlıklardan, onlarda görünen özellik ve faaliyetlerden hareketle Allah’ı ispat ve tarif edebiliriz’ dedim."

"Yani aynı şey mi bunlar?" diye tekrar soruyor hoca.

Bu sırada, tartışmanın gidişinden memnun olmayan bazı talebeler söze girip, "Hocam bırakalım bunları, nereden geldik buraya?" diyorlar ve konu kapanıyor.

Bundan sonraki derslerde de hoca ile arkadaşım arasında dini konularda tartışmalar devam ediyor. Hoca hangi dini meseleyi tenkit etse, mantıklı cevaplar alıp susuyor. Sonunda ikinci yarı yıl başladığında, hoca iyice düşünüp taşınmış, kafa yormuş ve artık bu işi kendince halledeceği bir yol bulduğuna inanmış olsa gerek ki, ilk derste konuyu yine dine getirip kendinden emin bir şekilde arkadaşıma hitaben diyor:

"Bugün bu konuyu bir sonuca bağlayacağız ve artık gündeme getirmeyeceğiz."

"Tabii hocam, buyurun."

"Yalnız bu tartışmayı bilimsel çerçevede yapabilmemiz için bazı kriterlere uymamız lâzım. Şöyle ki: Bilimsel bir teori, geçerli olduğu sınırı, şartları, çerçeveyi çizmek zorundadır. Eğer bir teori için, ‘Her şart altında doğrudur. Gelişmeler ne yönde olursa olsun, araştırmalar nasıl çıkarsa çıksın, bu teori doğrudur.’ denilirse, o teori bilimsel olmaz. Olsa olsa inanç veya ideoloji olur. Yani, bir teori ortaya atıldığında, o teoriye bilimsel diyebilmek için, ‘Eğer şu olay şöyle gelişirse, şu incelemenin sonucu şöyle çıkarsa, bu teori doğrudur; aksi takdirde bu teori yanlıştır.’ denilebilmesi gerekir. 

Oysa siz müslümanlar, Allah’ın varlığını ispatlarken bir şart getirmiyor, alternatif bir kapı bırakmıyorsunuz. ‘Her şartta, her durumda Allah vardır.’ diyorsunuz. Bu da bilimsel bir ispat olmuyor. Eğer Allah’ın varlığını gerçekten bilimsel bir şekilde ispat etmek istiyorsanız, diyebilmelisiniz ki, ‘Şu şartlarda Allah vardır, bu şartlarda da Allah yoktur.’ Eğer böyle şarta bağlı bir ispat getirebilirseniz, o zaman o şartları tartışırız ve yaptığınız ispat da bilimsel olabilir."

Ve hoca arkadaşımı mağlup ettiği düşüncesi ile sözünü bitirip, gururlu bir tavırla cevap bekliyor. Anlaşılıyor ki hoca bilim felsefesi üzerine bütün bilgilerini irdeleyip böyle kritik bir soru hazırlamış. Kritik bir soru, zira hiç bir müslümanın "Şu şartlarda Allah vardır, bu şartlarda ise Allah yoktur." diyemeyeceğini düşünüyor.

Arkadaşım kısa bir düşünme sonrası, Risale-i Nur'da okuduğu bir örneği hatırlıyor ve cevap veriyor:

"Peki hocam, istediğiniz şartı yerine getireyim. Şöyle ki: Biz diyoruz ki, kâinatta atomlardan yıldızlara dek hükmeden mükemmel bir düzen var.

Bu düzenin gerçekleşmesi için;

1- Ya diyeceksiniz ki, atomlardan yıldızlara kadar her bir varlık, bu mükemmel düzeni biliyor ve bilerek, görerek, şuurla hareket ediyor. Bu durumda ‘Allah yoktur’ diyebilirsiniz.

2- Ya da diyeceksiniz ki, bu atomlar, gezegenler, elementler, akılsız ve şuursuzdur. Öyleyse tüm bu kâinatı, zerrelerden yıldızlara dek idare eden, ilim, hikmet ve kudret sahibi bir yaratıcı vardır.

Birinci şıkkı kabul edeceğinizi zannetmiyorum. Çünkü taşa-toprağa, bitkiye-hayvana akıl ve şuur vermenin ‘animizm’ diye adlandırıldığını, ilk çağlarda kalmış bâtıl bir inanış olduğunu siz söylemiştiniz. Demek ki ikinci şıkkı kabul edeceksiniz."

Hoca şaşırıyor: "Anlamadım."

"Bir örnekle açıklayayım hocam. Örneğin güneşli bir öğlen vakti, deniz yüzünde, aynalarda, camlarda oluşan pırıltıları, ışık yansımalarını düşünün.

1- Ya diyeceksiniz ki, 'Bunların hepsi kendinden ışık saçıyor.'

2- Ya da diyeceksiniz ki, 'Bunların kendisinde ışık yoktur. Bu pırıltılar gökteki güneşin ışığının yansımasıdır.'

Aynen onun gibi, yeryüzünde ve tüm kâinatta gördüğümüz, ilim, hikmet, kudret gibi sıfatları gerektiren eserler ve olaylar,

1- Ya bütün kâinatın her bir zerresinde akıl, mantık ve irade bulunması ile mümkün olabilir.

2- Ya da sonsuz ilim, kudret ve irade sahibi bir yaratıcının faaliyetlerinin yansımalarıdır.

Seçim sizin."

Hoca derin bir düşünme sonrası apar-topar sınıftan çıkıyor.