9 Nisan 2023

EVLENMEYİ DÜŞÜNENLERE ÖNERİLER


"İçinizden bekar olanları evlendirin" mealindeki ayeti "evlenmeyi düşünenlere, bildiklerinizi paylaşıp yol gösterin" diye de yorumlayabiliriz diye düşünüp, evlilik çağındaki gençlerin çeyizinde bulunması için bazı tavsiyelerimi kaleme aldım. Yazdıklarım kişisel fikirlerim sayılmaz, hemen her uzmanın katılacağı önerilerdir. Bir kişiye bile faydalı olursa ne güzel. 


EVLENMEK ŞART MI? 


Kimse Robinson Cruzoe değildir. O bile bir dost bulduğunda sevinçten zıplamıştı. Kendi başına da dünyanın en huzurlu insanı olan ve hatta doğrudan rabbine muhatap olabilen peygamberimiz bile, bazen bunaltı hissedip eşine dokunur ve "Benimle konuş Ayşe" dermiş, nakledilir. Bu zorlu sınav dünyasına tek başına gelen insanın en büyük ihtiyacıdır belki de konuşmak, paylaşmak ve yardımlaşmak. İnsanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine karşılık bir kalbin olmasıdır ki, her iki taraf fikirlerini, sevgilerini, coşkularını paylaşsınlar ve güzel şeylerde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yardımcı olsunlar. Evet, bir işte hayret içinde kalan veya bir şeyi derinlemesine düşünen kişi, hayalen bile olsa ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o fikri paylaşsın. İşte bu paylaşımı yapabilecek en hassas, en şefkatli kalp ise, kadın kalbidir. 


Zaten evlilik, değil bu insanî ihtiyaçları, en temel hayat şartlarını bile (bakınız: barınma, beslenme ve üreme) karşılayan bir kurum olduğu için, her asırda, her kültürde el üstünde tutulmuş, şart görülmüş, hatta kutsanmıştır. 


Gelin görün ki, evlilik en fazla şikayet edilen kurumdur da aynı zamanda. Bir problemi olan, işleri yolunda gitmeyen, ideallerini yakalayamamış kişiler, ilk önce evliliklerinden şikayet ederler. Sanki bekarlıklarında çok mutlularmış gibi, tüm sorunları eşlerine yıkarlar. Hem evlenir hem şikayet ederler; hem şikayet eder hem de evlilikten vaz geçmezler. Olan da gençlere olur. Kafalar karışır: "Evlenmesem mi?" 


Siz bakmayın onlara. Hatta bana da bakmayın, ben de bir aralar "Bekar kadın yarımdır, evlenince tam olur. Bekar erkek yarımdır, evlenince tamamen biter." gibi espriler yapardım ama, şimdi açıkça görüyorum ki, bekarlık yıllarımda sonuçsuz bir koşturmaca halinde geçen hayatım, evlenince bir tezgahın başına oturup üretime başlamak gibi bir değişim geçirdi ve maddi-manevi ne üretti isem, hep evlendikten sonra oldu. 


Ulusal Psikiyatri Kongresi'ne son katıldığımda, eski arkadaşlarla görüşme imkanım oldu doğal olarak. Dikkat ettim ki konuşmalar daha çok evlilik, çoluk-çocuk gibi konular üzerine oluyor. Ve kim ki evlenip yuva kurmuş; daha huzurlu ve hedeflerini gerçekleştirmiş. "Nasılsın?" diye sorunca gevrek gevrek gülerek "İyii." diyor. Ama kim ki düzenli bir aile hayatı kuramamış, huzursuz, şaşkın, mesleki yönden de verimsiz, başıboş dolanıyor. "Yaa, bildiğin gibi işte, bir şey yok, ne olsun?" O yüzden "bekarlık, bikârların kârıdır" özdeyişine katılıyorum. Bekarlık, bu hayatta kazancı olmayanların işidir yani. Üstelik "Bekar erkek üçte iki erkek, üçte bir çocuktur. Bekar kadın üçte iki kadın, üçte bir erkektir." de denilmiştir. Yani, erkeklerin haylazlıktan kurtulup olgunlaşmaları, kadınların ise kişiliklerini oturtmaları için evlenmeleri lazımdır. 


Şimdi evleneceğiniz kişiyi nasıl seçeceğiniz konusuna geçelim.


ÖNCE NE İSTEDİĞİNİZİ BELİRLEYİN 


"Ne iş olsa yaparım abi" diyen birisinin, iyi ve uygun bir iş bulması çok zordur. Hatta iş bulması bile zordur. Oysa kişi ne istediğini belirlese, aradığını bilmenin rahatlığı ile çok daha kolayca hedefine ulaşabilir. Evlilik için de böyledir bu. Nasıl biriyle evleneceğine karar vermek, işin yarısını halletmek demektir. Ama bunun için de elbette önce kendinizi tanımanız, ihtiyaçlarınızı belirlemeniz gerekir. İkili ilişkilerde, aile hayatında sizin için önemli olan nedir? Huzur mu, paylaşım mı, güven mi, heyecan mı? Eşinizde vazgeçemeyeceğiniz veya kabul etmeyeceğiniz özellikler nelerdir? Bunların adını doğru koymanız gerekir. En az on cümleyle ihtiyaçlarınızı, beklentilerinizi, şartlarınızı sıralayın; elinizde ve aklınızda bulunsun. Tabii bu istekleri sıralarken abartmayın da lütfen. 


Adam arkadaşına sormuş: 

-Evlenmiyor musun? 

-Beklentilerime uyarsa olur.

-Ne istiyorsun ki? 

-Güzel, zeki, dindar, şefkatli ve itaatli.

-Ama abi, birden fazla evlilik yasak.


Fıkra, önerimi unutturmasın ama. Ne istediğinizi belirlemelisiniz mutlaka. On cümle yazın mesela. Doğru insanı aramaya çıkmadan önce lambayı hazırlamalısınız.  


İDEAL BİRLİĞİ ŞART AMA YETMEZ 


Dikkat edilecek noktaların başında ideal birliği gelir. Beraber yaşayacağınız kişinin hayatı ne gözle gördüğü, hedefinin ne olduğu ve değer yargıları, üzerinde en çok durulması gereken konudur. Hayat, keyif peşinde, rahat içinde mi yaşanacak, yoksa idealler peşinde, gereğinde fedakarlıkla mı? Çocuklar hangi prensiplere göre büyütülecek, nasıl bir eğitim verilecek? Bu gibi temel konularda uyumlu olmak, iyi bir evlilik için olmazsa olmaz şarttır. Düşünün ki, sizin hayatınızı uğruna feda edebileceğiniz ideallerinize, eşiniz ilgi duymuyorsa, her kelimesini dikkatle okuyup yaşamaya çalıştığınız kitaplarınızı, eşiniz eline bile almıyorsa, bırakın sevgiyi, saygı bile kalmayabilir. 


Bir araştırma okumuştum. "Evlilikte mutluluğun şartları nelerdir?" sorusuna insanların en çok verdiği cevap, 'inanç ve ideal birliği' imiş. (Ardından sevgi ve cinsel uyum geliyor.) O yüzden evlenmeyi düşündüğünüz kişide ilk bakacağınız nokta, aynı idealleri paylaşmanızdır. Yani eşiniz, yolunuzda yoldaş da olabilmelidir. 


Tabii "fikir uyumu önemlidir" derken de ölçüyü kaçırmayalım. En önemli noktadır bu, ama tek önemli nokta değildir. Özellikle bir fikir gurubu içinde olan ve idealleri yolunda yaşayan kişilerin çokça düştüğü bir hata vardır: İyisine-kötüsüne, kişilik uyumuna bakmadan, sırf aynı fikirleri paylaşan biriyle evlenmek. "Zaten benim fikrimde olanlar hayli az. İdeallerimi paylaşan birisini bulursam, huyuna-suyuna bakmaz, evlenirim." diyenler de hayli çoktur. 


Ama dikkat edin ki, aynı ideali bile farklı insanlar farklı biçimlerde yaşayabilirler. En basit bir örnekle, evde oturup kitap okumak, yazı yazmak da bir ideale hizmet biçimdir, sürekli gezip, toplantılara, faaliyetlere katılmak da. Ama aralarında dağlar kadar fark vardır. Sadece fikir birliğini önemseyip kişilik uyumunu yok saymak gibi bir hataya düşmeyin. Fikirleri size uyanlar içinde, huyu da size uyan birini bulma ihtimaliniz her zaman vardır.


SEVGİ GEREKLİ, AŞK İSE RİSKLİDİR 


Klasik bir tartışma konusudur: Evlilikte aşk şart mı, değil mi? Çoğu kişi "tabii ki şart" der. Oysa sevgi şarttır, ama aşk şart değil, hatta risklidir. Hemen itiraz etmeyin, önce isimlendirmeyi doğru yapalım. 


Kullandığım anlamda sevgi, karşısındakine ihtiyacını hissetmek, onunla beraber olmaktan mutluluk duymak, eksiklerini de hoş görmektir. Aşk ise onu gözünde büyütmek, takıntı haline getirmek, eksiklerini fark etmemektir. Böyle bir aşk, aslında sağlıksız bir ruh halidir. Peki sağlıksız bir duyguyla sağlıklı bir beraberlik nasıl kurulabilir? Depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların abartılı aşk duygularını azalttığını biliyor muydunuz? Saplantı düzeyindeki aşk, bir hastalık sayılabilir. 


Ama bazı klişelerle, çoğu gençler aşk evliliğini en büyük hayal olarak görürler. Bu gençlerin çoğu, aşık oldukları zaman, karşılarındaki kişinin eksilerini, uyumsuz yönlerini görmez, o coşkulu duygunun esiri olup mantığı bir kenara atar, yanlış evlilikler yaparlar. Aşık olmuş kişi için karşısındaki, dünyanın en mükemmel insanıdır, kusursuzdur, onun için yaratılmıştır, o olmazsa hayat boyu mutsuz olacaktır. Oysa aşk bir duygu olduğu ve duygular da geçici olduğu için, aşk bir süre sonra küllenmeye başladığında, önceden görülmeyen yanlışlar göze batmaya başlar. Coşkuyla başlayan ilişki, hüsranla bitebilir. 


Aslına bakarsanız, aşık olan için bu denli riskler taşıyan bu duygu, aşık olunan kişi için bile rahatsız edicidir. Düşünün, siz öylesine "İnecek var şoför bey!" diyorsunuz, aşığınız "Ne akıcı bir cümle kurdun" diyor; siz gündelik bir davranışınızı yapıyorsunuz, o "Ne kadar etkileyici içiyorsun çorbayı" diyor. Böyle olduğundan büyük görülmek, insanı rahatsız etmez mi? İlişkinin doğallığını, davranışların içtenliğini öldürmez mi? 


Zaten bu yüzdendir ki, çılgınca aşık olan kişiler, genellikle aşklarına karşılık bulamaz, acı çekerler. "Delice sevdim, ömrümü verdim" diye başlayan şarkılar, "O beni sevmedi, kıymetimi bilmedi" diye devam eder. Tesadüf değildir bu. Aklı başında hiç kimse, olduğundan büyük görülmekten, hak ettiğinden fazla ilgi görmekten mutlu olmaz (kısa süreli bir zevk dışında). 


Üstelik bu tip gerçekçi olmayan sevgiler, abartılı hayranlıklar, yöneldiği kişiye "Ben onun zannettiği gibi mükemmel değilim. Öyle olmadığımı fark ettiğinde ne olacak?" tedirginliği verir. Böyle seven, sevdiğini zorlu bir cendereye sıkıştırır yani. Ve göğe çıkaranlar, hayallerinin gerçek olmadığını görünce, ortada bir yerde kalamaz, bu kez de yerin dibine batırırlar sevdikleri kişiyi. Büyük beklentiler büyük hayal kırıklıklarına yol açar. 


O yüzden, siz siz olun, eğer karşınızdaki kişi size olduğunuzdan fazla kıymet veriyorsa, sizi kusursuz görüyorsa, sırılsıklam aşık olmuşsa, ondan uzaklaşın. Dozunda seven, hatalarınızı da gören, ama iyi yönlerinizin hatırına onları affeden, sizden abartılı şeyler beklemeyen bir sevgi, çok daha güzeldir.


TEK BAŞINA DA MUTLU MUSUNUZ? 


Meşhur atasözüdür: "İki çıplak bir hamama yaraşır." Yani iki mutsuz, birleşince mutlu olmazlar. Eğer siz tek başına mutluluğu bulamamışsanız, bir başkasına dayanarak mutlu olacaksanız, işiniz zordur. Bu 'diğerine dayanma', o hapşırınca sizin 'nezle olmanıza' yol açar, fazla dayandığınızda da 'omuzu ağrır'. O yüzden, eğer bekarken de mutlu bir insansanız, evlenince daha da mutlu olursunuz muhtemelen. Ama eğer bekarken hayatınız sıkıntılı geçiyorsa, evlenince mutlu olma hülyası kurmanız gerçekçi olmaz. Evliliği düşünmeden önce, kendi içinizde bir toparlanma yaşamalısınız. İyi bir evlilik, kötü bir hayatı düzeltmez, düzelmiş bir hayatta iyi bir evlilik yapılır. 


Bu sözlerimle bazılarının hayallerini kırıyor olabilirim ama, tüm sıkıntıların evlenince mucizevi biçimde geçeceğini zannetmek, çok görülen bir yanılgıdır. Evliliğe bu kadar fazla anlam yüklemek hem mantıksız, hem de risklidir. Karşınızdaki de sizin gibi bir insandır, beyaz atlı prens veya peri kızı değil. 


Bu abartılı beklentinin uzun vadede en çok görülen sonucu ise (dediğimiz gibi) evlilik mutluluk getirmezse, bu kez de eşini suçlamaktır. Şu diyaloğu o kadar çok yaşadım ki: 


-Çok sıkıntılı ve mutsuzum doktor bey. 

-Sebep nedir sizce? 

-Eşim. Hep onun yüzünden bu sıkıntılarım. 

-Peki bekarken çok mu mutluydunuz? 

-Eeee, sorunlarım vardı tabii. Gençliğimde de depresyon tedavisi görmüştüm. 


Bu gibi kişiler (hayal ve masalların da etkisiyle) evlenince tüm sorunlarının aniden bitmesini bekledikleri için, sıkıntıların evlenince de devam etmesi, ciddi bir hayal kırıklığına, hatta öfkeye yol açar. Oysa, eğer biz değişmezsek, yarın bugünden farklı olmayacaktır. Nikahta sadece keramet vardır, mucize değil. O yüzden, önce siz tek başına da mutlu olmayı becerin, ondan sonra evlenin derim. Zira başkasıyla gelen mutluluk, yine başkasıyla gider.

 

KONUŞABİLMEK LAZIM 


Evlilik anlaşmaktır. İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlar. Beğendiğiniz kişi, tipiyle, huyuyla, yaşam biçimiyle size çok uyuyor, ama konuşmaya başladığınızda kopukluk oluyorsa, dikkat edin. Dozunda olunca tartışmak bile güzeldir ama, konuşamamak bir felakettir. Onunla konuştuğunuzda zihniniz açılıyor, 1 artı 1, 3 ediyorsa, çok güzel. Eğer ekstra bir karşılık almıyor ama meramınızı anlatıp onu da anlayabiliyorsanız, 1 artı 1, 2 ediyor demektir ki, idare eder. Ama onunla konuşurken kendinizi anlatamıyor, onun ne demek istediğini kavramakta da zorlanıyorsanız, yani 1 artı 1, 2 bile etmiyorsa, işiniz zor demektir. Hayat boyu mimiklerle anlaşamazsınız ki. Onunla konuşamazsanız, ya kendi kendinize konuşmaya başlarsınız, ya da başkalarıyla. İkisi de risklidir. 


Burada çok beğendiğim bir sözü alıntılamak isterim: "Evlenirken kendinize şu soruyu sorun: 'Bu insanla yaşlandığımda güzel güzel sohbet edebilecek miyim?' Çünkü evlilikteki diğer her şey geçicidir."


Yani "Mutlaka evlenin. Anlaşırsanız mutlu olursunuz, anlaşamazsanız filozof." diyenlere katılmıyorum. Size muhatap olabilen, zihninizi açan, ruhunuzu zenginleştiren biriyle evlenirseniz, değil filozof, evliya bile olabilirsiniz. 


FLÖRT NE İŞE YARAR? 


Konuşma deyince, akla beraber çıkma ve flört de geliyor. İnsanların birbirlerini tanımak istemeleri normal tabii. Ama flört dönemi, gerçek beraberlik hakkında ipucu vermez çoğunlukla. Eğer flört, gerçek hayatın aynısı olarak yaşanabilse, belki evliliğin nasıl gideceğine dair ipuçları verebilir ama, bunun da başka bedelleri vardır, malum. Arada sırada görüşüp gezmek ise, gerçek hayattakinden farklı bir kişiliğin sergilendiği bir dönem olabilir. 


Örneğin kişi günün yirmi üç saati tek başına, sessiz-sakin bir hayat sürüyor, biriken sohbet ve gezme ihtiyacını günde bir saatlik buluşmalara saklıyorsa, o bir saatte çok konuşkan, canlı, eğlendirici biri gibi davranabilir. Ve çıktığı kişi de canlı, sosyal insanlardan hoşlanıyorsa, onun gözüne hoş görünebilir. Ama iş evliliğe gelince, o hareketli görünen kişinin günde ancak bir saat gezmeye ve sohbete tahammül edebildiği, aslında çok durgun ve sakin bir hayatı sevdiği açığa çıkınca sürtüşmeler başlar. Ben üç-dört yıl flört edip birbiriyle çok iyi anlaşan, ama evlenince birkaç ayda hayal kırıklığı yaşayıp ayrılan nice insanlar tanıdım. Evlilik hayatı başlayınca "Reklamları izlediniz, şimdi haberler." anonsu yapılmış gibi olur. 


"Peki flört bile olmadan evlenilecek kişi nasıl seçilebilir?" diyebilirsiniz. Aslına bakarsanız, bir insanın karşısındaki kişiyi tanıması o kadar da uzun bir zaman gerektirmez. Yapılan araştırmalar, özellikle kadınların, yeni karşılaştıkları bir kişiyi ilk 3 dakika içinde doğru biçimde değerlendirebildiğini göstermiştir. Zaten dikkatli bir insan için, yüz hatları, mimikler, ses tonu, konuşma biçimi, hatta kullanılan kelimeler bile kişiliğe dair işaretler taşır. Ve özellikle kadınlar bu tip işaretleri çok iyi değerlendirirler. 


Mesela karşınızdaki kişiye "hava bu gün ne güzel, değil mi?" diye sordunuz diyelim. Hepsi de ayrı bir kişilik yapısına işaret eden çeşit çeşit cevaplar alabilirsiniz. 


-Gerçekten de harika bir hava var. İnsanın içi coşkuyla doluyor. (Canlı, iyimser.) 

-Böyle havalarda çok mu mutlu olursun? (Karşısındakiyle ilgilenen.) 

-Hı hı. (Kontrollü ve ketum.) 

-Haklısın, çok güzel, değil mi? (Uyumlu, paylaşımcı.) 

-Esas üç gün önce daha da güzeldi. (Geçmişte yaşayan.) 

-Yaa, bu güzel havada eve tıkıldık işte. (Şikayetçi, karamsar.) 


Bakın, bir tek cevaptan ne kadar çok ipucu çıkabiliyor. Yeter ki ona iyi bakın, dikkatli dinleyin ve ipuçlarını değerlendirin. Böylece 'yakışıklı prensi bulmak için yüzlerce kurbağayı öpmek' zorunda kalmazsınız. 


ONU İYİ TANIYIN 


Yukarıdaki konunun devamı olmakla beraber, bu bahsin, ayrı bir başlık olmayı hak eden bir önemi vardır. Şimdi onu bir düşünün. Nasıl bir insan olduğunu tarif edebilir misiniz? Eğer onun kişiliğini en az on cümle ile tarif edemiyorsanız, onu tanımıyorsunuz demektir. Ayrıca bu on cümleyi başta bahsettiğim tercih listenizle karşılaştırmanızda fayda olduğunu da hatırlatalım. Ve onu tam olarak tanımadığınız halde çok hoşlanıyorsanız, bu sizin fark etmediğiniz bir saplantınız ile ilgili olabilir, dikkat edin. Zira bir insanın karşısındakini iyi tanıyabilmesi için, önce kendi problemlerinden arınması gerekir. 


Bir örnekle açayım: Diyelim ki siz maddi sıkıntı yaşıyorsunuz. Acilen borç para bulmanız lazım. Bu sırada bir yazarla tanıştınız. Çok ilginç fikirleri var. Son çıkan kitabını anlatıyor. Ama siz onun fikirlerini dinlemiyorsunuz. Çünkü aklınız para probleminize takılmış. Bu haldeyken onu ancak şöyle dinlersiniz: "Acaba kitabı iyi sattı mı? Çok parası var mı? Bana borç verir mi?" Anlattığı fikirleri duymazsınız bile. Yani sizin sıkıntınız, onun söylediklerini algılamanızı engeller. 


Aynen bunun gibi, diyelim ki sizin beğenilme, önemsenme konusunda saplantınız var. İnsanların size değer vermediğini düşünüyorsunuz. Bu halinizle, yalancı ve ahlaksız birisi bile, size aşırı ilgi gösterse, peşinizden koşsa, sürekli övse, sizi kolayca elde edebilir. Saplandığınız konuda derdinize deva olacağını düşündüğünüz bu kişinin, aslında apaçık olan yanlışlarını fark etmezsiniz. Sonra da "Onun böyle biri olduğunu evlenmeden önce anlayamamıştım." diye şikayet edersiniz. "Küçücük çocuklar bile karşılarındaki insanın huyunu-suyunu hissedebilirken, nasıl oldu da onun bu bariz sorunlarını görmediniz?" diye sorulduğunda da "Bilmiyorum, fark etmemişim." dersiniz. Aslında cevap açıktır: O yönlerine hiç bakmadınız ki. Sizin ilgilendiğiniz tek bir konu vardı: Saplantınız. 


O yüzden, doğru bir seçim yapabilmeniz için, önce kendi sorunlarınızı bulup çözmelisiniz. Sonra da duru bir gözle karşınızdakine bakıp onu anlamaya çalışmalısınız. Eğer karşınızdakinin huyunu-suyunu yeterince tarif edemiyor, "şu şu yönleri nasıl?" sorularına cevap veremiyorsanız, tekrar bir değerlendirme yapmanız gerekiyor demektir. Bu değerlendirmeyi güvendiğiniz kişilerle birlikte yapmanızda da fayda olabilir. 


BİLENLERE DANIŞIN 


Evleneceğiniz kişiyi tabii ki kendiniz seçeceksiniz ama, fikrine güvendiğiniz kişilere danışmanızın da çok faydasını görürsünüz. Hele aşık iseniz mantıklı değerlendirme yapamayacağınız için, olaya üçüncü bir gözle bakan tecrübeli kişilerin yorumlarını da alın mutlaka. Sizi denk ve uyumlu bir çift olarak görüyorlar mı acaba? Tecrübe, sandığınızdan çok daha önemlidir. 


Ancak burada da abartıya kaçmamalı, mutlaka son kararı siz vermelisiniz. Hata yapma korkusu veya kararsızlık sebebiyle, evleneceği kişiyi anne-babasına veya büyüklerine seçtirenlerin, ileride şikayet etmeye hakları olmaz. Çünkü sizin yerinize seçim yapanların da saplantıları olabilir.


Hep söylerim, hayli bağımlı bir toplum olduğumuz ve ilişkilerimizde özerkliğe pek yer vermediğimiz için, genellikle iki uç arasında gidip geliyoruz. Bir yanda çoğunlukla, gençlerin kararlarını onların yerine almak, hayatlarını yönetmeye çalışmak yanlışına düşen aileler var, diğer yanda da ya boyun eğmiş, sorumluluk üstlenmekten korkan ve her işini başkasının aklıyla yapan gençler, ya da bu baskıyı reddedip ipleri tümden koparan, kendi başına davranıp kimseye danışmayan isyankarlar. Orta noktayı bulmamız gerekiyor.


Burada özellikle, sevdiği kişiyle evlenmesine ailesi izin vermeyen (ya da sevmediği biriyle evlenmeye zorlanan) gençlere seslenmek isterim. Aileniz eğer bu dayatmayı bazı saplantıları doğrultusunda yapıyorsa, onları bununla yüzleştirmeyi deneyin. "Anne, sen mutsuzluğunu maddi sıkıntına bağladığın için, benim illa ki o zengin çocukla evlenmemi istiyorsun. Ama senin asıl problemin para değil ki. Sen babamın seni sevmediğini düşünüyorsun. Zaten bak, filanca da zengin ama hiç de mutlu değil." gibi. Eğer siz kendi tercihinizin sizi mutlu edeceğini mantıklı biçimde açıklarsanız, neden kabul etmesinler ki? Kimse çocuğunun mutsuz olmasını istemez.


Ha, eğer "düşünce biçimleri yanlış, kuşak farkı var, anlamıyorlar" diyorsanız, yeterince konuşmuyorsunuz demektir. Onlar da sizin gibi genç oldular vaktiyle. Meramınızı doğru anlatırsanız, sizi anlayacaklardır. 


Bu konu üzerinde çok duruyorum, çünkü mutlu bir yuva kuracağım diye arkanızda harabeler bırakmanızı istemem. O harabelerin görüntüleri sizin hayalinizde hep yaşar ve ne kadar iyi bir evlilik yaparsanız yapın, içinizi hep sızlatır. Sizin iyiliğiniz için söylüyorum yani, ailenizin iyiliği için değil.


ONUN AİLESİ NASIL PEKİ? 


"Anasına bak, kızını al." sözü boşuna söylenmemiştir. Hele hele yapı olarak ailesine daha düşkün ve bağlı olan kızlar, ailelerinin çizgisinden pek sapamazlar. O yüzden özellikle bir erkeğin, evleneceği kızın ailesini iyi tanıması gerekir.   


Aileyi incelerken, kişinin anne-babasıyla olan ilişkilerine de çok dikkat etmek gerekir. Zira psikolojik bir gerçektir ki, kız çocuğunun babasıyla, erkeğin de annesiyle ilişkisi, evlendiğinde de sürdüreceği iletişimin temelini oluşturur. Babasıyla mesafeli bir ilişki sürdürerek büyümüş bir kız, eşiyle de mesafeli olacaktır muhtemelen. Annesinin şefkatli ev kadını kimliğini benimsemiş bir erkek, çalışan ya da sosyal yönü kuvvetli bir kadınla mutlu olamaz. Babası kendisine aşırı düşkün bir kızın, eşinden de aşırı ilgi beklemesi veya annesi baskın karakterli olan bir erkeğin pasif bir kadınla mutlu olamaması gibi örnekler de verebiliriz. 


DOĞRU ZAMANLAMA 


Sıkıntılı zamanlarda yanlış kararlar verilir. Eğer bir bunalım dönemi yaşıyorsanız, hayatınızda bağlayıcı olacak önemli bir karar vermeyin. Zira 'denize düşen yılana sarılır'. Biz, depresyondaki hastalarımızı mutlaka uyarırız: "Şu an sağlıklı değerlendirme yapamayabilirsiniz. Kendinizi toparlayana kadar önemli bir karar almayın." Bunalım dönemlerinde öncelikler değişir çünkü. Kapsamlı ve berrak düşünmek pek mümkün olmaz. Depresyonda iken yaşadığı keyifsizliğin etkisiyle, çok hareketli, neşeli birisine aşık olup evlenen bir hastam, hastalığı düzeldiğinde "Ben bu havai, boşboğaz tiple nasıl yaşayacağım?" demeye başlamıştı. 


Burada insan ilişkilerine dair çok ilginç bir saptamadan da bahsetmek isterim. Ünlü Psikiyatrist Jung tarafından dile getirilen ve 'senkronisite' (eş-zamanlılık) olarak bilinen kavrama göre, 'bir insanla ilişkinizin frekansı, onunla ilk tanıştığınız gündeki ruh halinizle örtüşür.' Yani örneğin birisiyle ilk tanıştığınızda mutlu bir gününüzde iseniz, onunla ilişkiniz de mutlu olacaktır muhtemelen. İlk tanışma gününüzde sıkıntılı olduğunuz kişi ise, hayatınıza sıkıntı getirecektir büyük ihtimalle. Evet, çok iddialı ve sıra-dışı bir değerlendirme gerçekten. Ama, 1: Dayanak noktası "hayatta tesadüf yoktur, her şey birbiriyle ilişkilidir" mantığına dayanır 2: Denemesi de kolaydır. Ben denedim, şaşırtıcı düzeyde bir uyum gördüm.


KAÇ YAŞINDA EVLENMELİ? 


‘Doğru zamanlama’ gibi ‘evlenme yaşı’ da önemli bir konudur. Cinslere göre konuşursak: Erkekler, yapı olarak daha geç olgunlaşırlar. Kızların 12 yaş civarında ergenliğe girmelerine karşın, erkeklerde bu yaşın 15 civarında olması, bunun en açık göstergesidir. İşte bu olgunluk farkı, yirmili yaşlara da yansır ve yaşıt olan erkeklerle kadınlar arasında, evliliğe hazır olma noktasında belirgin bir fark ortaya çıkar. 20 yaşlarındaki bir erkeğin genellikle aklı hala bir karış havadadır, bilirsiniz. 25 yaşından küçük bir erkeğin evlilik sorumluluğunu üstlenecek kıvama gelmiş olması, biraz zordur.


Kadınlar ise çok daha erken dönemlerde evliliğe ve anneliğe hazır olurlar. Dolayısıyla günümüzde genel kabul gören 20 yaş civarında evlenmeleri, mantıklı sayılabilir. Tabii bu yaşı eğitim gibi sebeplerle biraz ileriye atmak da mümkündür ama, kişilik fazla kemikleşmeden evlenmekte de fayda vardır kadınlar için. Zira evlilik esnek olmayı, uzlaşabilmeyi, gereğinde taviz verebilmeyi gerektirir. Yaş ilerlemiş, yaşam tarzı oturmuş ise, karşısındakine uyum sağlaması giderek güçleşecektir. 


Özetle, ideal olanı, erkeğin sorumluluk üstlenecek, gereğinde eşine güç verebilecek bir olgunluğa eriştiği 25-30 yaşlarında, kadının da kendini ve hayatı tanıyıp, çok da kişiliği kemikleşmeden 20 yaşlarında evlenmesidir. Arada biraz yaş fark olması, ilerideki yıllar açısından da avantajlı olabilir. 


DÖRT DÖRTLÜK OLMALI MI? 


Yukarıda anlattıklarımız, iyi bir evlilik yapabilmek için dikkate alınması gereken bazı faktörlerdir. Bunların hepsinden tam not almak zorunda değilsiniz tabii, ama hepsini dikkate almanız sizin yararınıza olur. Bu dünya Cennet olmadığına ve birçok peygamber bile evliliğinde sorunlar yaşadığına göre, mükemmel bir uyum beklemek gerçekçi olmaz. Evlenmek için illa da dört dörtlük birisini beklemeyin. "Onun bu yönü eksik, bunun şu yönü fazla" derken, sonunda eli böğründe kalıp, hiç olmayacak biriyle evlenenlerden olmayın. 


'Dört dörtlük uyum' deyince şu soruyu da sormak isterim: "Dünyanın bir köşesinde, aynı sizin gibi yaratılmış, fiziğiyle, huyuyla, tıpatıp size benzeyen birisi var" desem inanır mısınız? Tabii ki inanmazsınız. Çünkü insanlar, hiçbiri diğerinin aynı olmayacak bir çeşitlilikle yaratılmışlardır. En benzer dediğimiz kişilerin bile, biraz dikkat ettiğimizde pek çok farklılıklarının olduğunu görürüz. Peki o zaman şu soruyu sorayım: "Dünyanın bir yerinde tıpatıp sizin hayallerinize uyan birisi var" desem, inanacak mısınız? Buna da inanmayın. Hayaller, idealler, yıldızlar gibidir. Onlarla yolumuzu buluruz ama onlara ulaşamayız. Onların gerçekleşme yeri öteki dünyadır. Bu hayatta bulabildiğiyle yetinmek, bir fazilettir. Konuyu kısa bir formülle özetleyelim: Dört dörtlük beklemeyin, dörtte ikiye de razı olmayın; dörtte üçü hedefleyin. 


SÖZLEŞME YAPIN 


Eğer tüm bu değerlendirmeler sonunda evlenme kararı aldıysanız, evlilikle ilgili şartları kağıda dökmenizi tavsiye ederim. Çoğu evlilik terapistleri önerirler bunu. Evlilikte uyulacak kurallar, kimin nelerden sorumlu olacağı, hatta hangi şehirde yaşanacağı gibi konuların yazılı anlaşma haline getirilmesinde fayda vardır. Böylece evlilik sırasında olabilecek sürtüşmelerde "benim dediğim mi olacak, senin dediğin mi?" tartışmaları yaşamazsınız. "Burada yazdıklarımız olacak. Ne söz vermiştik? Bak, altında imzamız bile var." 


Ve bunun faydası sadece evlilikte çıkan problemlerin çözümüne yardım etmesi de değildir. Esas, çıkabilecek problemleri önceden görmeye ve yanlış bir evliliği baştan engellemeye yarar. O heyecanlı dönemin coşkusu içinde size önemsiz gibi gelen ve "anlaşarak hallederiz, bir yolunu buluruz." diye gözardı edilen nice gizli uyumsuzluk, bu sözleşme esnasında açığa çıkabilir. Mesela ailelerle ilişkinin düzeyi, edinilecek malların nasıl kullanılacağı, çocuk bakım ve eğitiminde eşlerin payları, özel ilgilere ne kadar zaman ayrılacağı, hatta medyada ne izleneceğine kadar yazın bakalım. Hiç tahmin etmediğiniz tavırlar ve itirazlarla karşılaşabilirsiniz. 


Karşılaşmadınız mı? Hemen evlenin o zaman. Allah bir yastıkta kocatsın.