9 Nisan 2023

KADIN-ERKEK FARKLILIĞI


Cinsler arasındaki fiziksel farklar, öteden beri tıp bilimi tarafından incelenmiş ve bu konuda sayısız eser yazılmıştır. Hatta bazı tıp dalları doğrudan kadın-erkek farkına dayanır; 'Kadın Hastalıkları ve Doğum' gibi. Ama ilginçtir ki, cinsler arasındaki psikolojik farklara dair, bırakın kitabı, bilimsel bir makale bulmak bile çok zordur. Bunun en önemli sebebi, günümüz Batı medeniyetinin 'kadın-erkek eşitliği'ni tartışılmaz bir doğru olarak kabul etmesidir. Ama herkes de gayet iyi bilir ki, erkekler ve kadınlar arasında ruhsal olarak dağlar kadar farklar vardır. Ama ne hikmetse, bu farkları vurgulamak, stand-up şovlarında makbuldür de, bilimsel araştırmalarda yasak gibidir. İşte bu tabunun zıddına olarak, burada cinsler arasındaki psikolojik farklara dair tespitleri yazacağım.

FARKLILIK SEBEPLERİ

Öncelikle, insanın bünyesini ve duygularını etkileyen en önemli faktörlerden biri, hormonlardır tabii ki. Temel cinsiyet hormonları erkeklerde Testosteron, kadınlarda ise Östrojen ve Progesteron'dur. Ana hatları ile söylersek, Testosteron gerginlik ve mücadele dürtüsü verirken Östrojen huzur ve mutluluk hali verir. Progesteron ise gevşeme yapar. (Azalmaları da tam zıddını yapar tabii. Bu da adet öncesi gerginliğin sebebidir.)

Ve şunu da hatırlamak lazım ki, bu hormonlar bebeklikten itibaren az miktarda da olsa salgılanırlar ve diğer faktörlerin de katkısıyla, daha çocukluk döneminde bile cinsler arasındaki farklar fark edilmeye başlar. Kız çocukları genellikle uslu uslu bebekleriyle oynarlarken, oğlan çocukları, evi savaş meydanına çevirirler, bilirsiniz. Komik bir alıntı yapalım: Bir tanıdığımın iki oğlu vardı. 3'üncü bir çocuk istediler ve bir de kızları oldu. Sonraki yıllarda "Kız babası olmak nasılmış?" diye soranlara şöyle diyordu: "Ben bu yaşa dek hayvan beslemişim."

Konumuza dönersek, cinsiyet hormonlarına dair önemli bir fark şudur ki, baskın erkek cinsiyet hormonu bir tanedir ve epey tekdüze biçimde salgılanır. Bunun sonucu da, çok değişmeyen, sabit bir ruh halidir. Kadın cinsiyet hormonları ise hem iki tanedir, hem de sürekli değişen miktarlarda salgılanırlar. Bazen biri azalırken diğeri artar, bazen ikisi birden artar, bazen de ikisi birden azalır. Sonuç ise, deniz gibi çalkantılı, neredeyse her günü farklı olan bir ruhsal durumdur.

Bu yüzden genel olarak erkekler, belli bir ruh halinde devam eden, kadınlar ise sürekli değişen bir yapıya sahiptirler. Yani kadında değişme ve uyum sağlama yeteneği vardır, erkekte ise değişmeme ve yolunda inat etme özelliği.

NE İSTERLER?

İşte buradan hareketle, iki cinsin temel ihtiyaçlarını anlayabiliriz: Erkekte güven ve sağlamlık vardır, değişkenlik ve incelik eksiktir. Bunları başkasında arar. Kadında ise değişkenlik ve incelik vardır ama, güven ve sağlamlık eksiktir. Bunları başkasında arar.

O yüzden erkekler sürekli yenilik ve macera peşinde koşarlar. Özde tekdüze oldukları için, dış faktörlerle hayatlarını renklendirmek isterler. Kadınlar ise devamlılık ve sağlamlık için güven veren bir figüre bağlanmaya ihtiyaç duyarlar. Dağınıklıktan kurtulmak, çalkantılı ruh halini dengeye oturtmak için, bir erkeğin sabit çizgisi etrafında tutarlı bir yapı oluşturarak rahatlamayı arzu ederler.  

Bir benzetme yapalım: Bilirsiniz, basit bir çadır için iki temel eleman lazımdır: Direk ve örtü. Çadır direği dümdüz bir odundur. Ne şekilde koyarsanız koyun, ister dikin, ister yatırın, dümdüz bir odundur. Çadır bezi ise her şekle girebilir. Bazen dürülmüş bir bohça, bazen geniş bir yaygı, bazen şekilsiz bir kumaş yığınıdır. Ne zaman ki direği yere diker, üstüne de bezi sererseniz, ikisi bir çadır oluşturur ve işe yarar hale gelirler. Direk, sap gibi ortada kalmaz, bez de işlevsel olur ve dağınıklıktan kurtulur.

Bu örnekte direğin (odun da diyebilirsiniz:)) ve örtünün hangi cinsleri temsil ettiği gayet açık. Örneğin ayrıntılarını yorumlamayı ise size havale ediyorum.

SEN-BEN FARKI

Bu noktayı en başta yazabilirdim aslında. Çok temel bir farktır zira. Erkekler 'ben' merkezlidir, kadınlar 'sen' merkezlidir. Cemil Meriç'in dediği gibi, "Kadın, merkezi kendi dışında olan bir dünyadır." Kadınlar kendi fikir ve arzularından çok, karşılarındaki kişinin fikir ve arzularını önemserler. Ona uyum sağlamak ve mutlu bir birliktelik oluşturmak, doğal yönelimleridir. Bunun devamı olan bir farkı da burada analım: Kadın yakınlık ister, erkek ise mesafe, hatta yalnızlık. Dikkat edin, 'ıssız bir adada tek başına yaşamak', çoğu erkek için heyecan verici bir hayal iken, kadın için dayanılmaz bir işkencedir. 

KONUŞMA FARKI

İki cins arasında en bilinen farklardan birisi, konuşma potansiyelidir. Kadınlar günde ortalama 20 bin kelime ile konuşurlarken, erkeklerde bu rakam 7 bin civarındadır. Bunun bir sonucu olarak, bazı ikili ilişkilerde kadının erkeği suskun bulması, erkeğin ise kadının çok konuşmasından şikayet etmesi, yaygın bir durumdur.

Kimileri buna çözüm olarak "Erkekler biraz çok konuşsun, kadınlar da biraz az konuşsun. Dengeyi bulsunlar." derler ama bu, uygulanması imkansız, hatta çocukça bir öneridir. Faraza ortalama bir rakam olarak 13 bin kelimede buluşmayı hedeflediniz diyelim. Bunun olabilmesi için erkeğin konuşmasını iki katına çıkarması, kadının ise üçte ikiye indirmesi gerekir. Böyle bir şeyin mümkün olabileceğini düşünen var mı gerçekten? Hem yaratılıştan gelen farkları, yerinde kullanmak yerine değiştirmeye çalışmak, mantıklı mı?

"Peki bu fark nasıl yerinde kullanılabilir?" derseniz, bu soru pratikte cevabını bulmaktadır zaten. Zira kadınlar konuşma yeteneklerinin önemli bir kısmını arkadaşları ile diyalog (çevreden haberdar olma) ve çocukları ile konuşma (evde iletişimi sağlama) amacıyla kullanırlar. Artan konuşma potansiyelini de eşlerine durum bilgisi aktarmak ve onun arzularını öğrenmek konusunda harcarlar. Böylece gayet güzel bir denge kurulmuş olur.

Zaten dikkat ederseniz, konuşma farkı, çocuksuz veya toplumdan kopuk çiftlerde söz konusu olur genellikle. Bu durumların da pek önerilmeyeceği açık olduğuna göre, 'normal' bir ailede konuşma konusunda ciddi bir sorun çıkmayacağı açıktır.

DÜŞÜNMEK VE KONUŞMAK

Konuşmaya dair önemli bir farkı da burada kaydedelim: 'Erkek düşünerek konuşur, kadın ise konuşarak düşünür.' Yani erkek, okudukları ve tecrübeleri ışığında bir fikre varıp sonra da onu ifade eder. Kadın ise bir fikir oluşturmak, bir karara varmak için konuşur. Hissettiklerini açar, karşıdakinden yorum alır, o yorumu da yorumlar, yine karşıdan değerlendirme alır, böylece bir sonuca varır.

O yüzden kadınlar konuştukça fikirlerini değiştirebilirler. Erkeklerin ise konuşma-tartışma ile fikir değiştirdikleri pek görülmez. Ters tepkiyle zıtlaşabilirler bile. Yani eğer bir kadının fikirlerini değiştirmek istiyorsanız, onunla konuşun. Sözleriniz az-çok etki edecektir mutlaka. Bir erkeğin fikrini değiştirmek istiyorsanız da, ona kitap hediye edin; konuşacaksanız da asla tartışmaya girmeyin.

GÖREV DAĞILIMI

Değineceğim bir konu da "Ailede kimin sözü geçmeli?" sorusudur. Buna hızlı bir cevap için 'perde-gazete' örneği veririm.

Bir çift düşünün. Evlerine yeni yerleşiyorlar. Halledilecek birçok konu var ama, en basit ikisini ele alalım. 1: Evin perdeleri ne renk olacak? 2: Eve hangi gazete alınacak? Hepimiz de biliyoruz ki, erkek eve hangi gazetenin alınacağına karar vermek ister, kadın ise perdelerin rengine. Hatta diğer şıkla pek ilgilenmezler bile. 

Gördüğünüz gibi Allah iki cinsin ilgi alanlarını farklı yarattığı için, her birey kendi ilgi alanında karar verici olmak ister ve diğer sahadaki kararları eşine bırakır. Yani doğal bir iş bölümü vardır zaten. O yüzden, iyi işleyen bir evlilikte, çiftlerin ikisi de 'eşlerini kendilerinin idare ettiğini' söylerler. Zira önemsedikleri ve karar sahibi olmak istedikleri konular tamamen farklıdır ve genellikle de eşleri o konulara hiç karışmaz.

İTAAT Mİ, SEVGİ Mİ?

Az önce "Ailede kimin sözü geçmeli?" konusunu ele aldım ama, bu biraz erkek kafasıyla oldu, sonradan fark ettim. Ne demek istediğimi bir test önerisiyle açayım:

Soru şu: "Hayatınızdaki kişilerin sizi sevmeleri mi daha önemli, sözünüzü dinlemeleri mi?" Bu soruya hemen tüm erkeklerden "Sevmeseler de olur. Sözümü dinleyip itaat etsinler, yeter." cevabını aldım. Hemen tüm kadınlar da "Sevsinler tabii. En önemlisi o." dediler.

Bu durumda erkeklere düşen, eşlerine onları sevdiklerini hissettirmek, kadınlara düşen de eşlerinin arzularını yerine getirmeye çalışmak oluyor.

KOCAM BENİ ANLAMIYOR

Önceki konunun hatırlattığı bir klişeye de değinelim bu arada. Bana danışan kadınların önemli bir kısmı "Kocam beni anlamıyor." diye şikayet ederler. Ben de bir karşı soru sorarım: "Peki siz kendinizi her zaman anlıyor musunuz?" Cevap hemen hep şöyledir: "Hayır. Benim de ne istediğimi bilemediğim zamanlar oluyor." O zaman da sorarım: "Peki siz bile kendinizi tam anlamazken, kocanızın sizi anlamasını nasıl bekleyebilirsiniz?"

Tecrübelerimle vardığım nokta ise şudur ki, kadınların 'anlaşılmak' gibi bir ihtiyaçları yoktur zaten. 'Sevilmek ve desteklenmek' isterler esas olarak. O zaman başta bahsettiğim şikayet cümlesi şu anlama gelir: "Kocam, sevildiğimi hissetme ihtiyacımı anlamıyor." Bu yoruma tüm kadın danışanlarım katıldı bugüne dek. Erkekler de bilsinler diye yazdım.

AYNEN-AMA

Konu konuyu açarken 'onaylama veya itiraz etme' farkına geldik. Hızla özetlersek, kadınlar "evet" demeye programlıdırlar, erkekler ise "hayır" demeye.

İsterseniz gözleyin. Bir sohbette karşısındaki kişinin söylediklerine, kadınların verdikleri cevap çoğu zaman "aynen" kelimesi ile başlar. Erkekler ise genellikle "ama" diye başlayıp tartışmaya kadar gidebilirler. Yani kadınlar başkalarıyla uyumlu olmayı hedeflerken, erkekler çekişmeyi tercih ederler.

Burada bir espriyi hatırladım. Bir söz vardır:

"Erkekler ikiye ayrılır..."

Klasik bir aforizma gibi başlayan bu sözün devamı da şudur:

"Ve maç yaparlar."

Erkeklerin sürekli açık rekabet ve mücadele istemesini bu kadar güzel tarif eden espri azdır.

Yeri gelmişken, geçenlerde başımdan geçen bir olayı da aktarayım:

Annem ve yeğenimle oturuyorduk.

Yeğenim sordu: "Dayı, sen hangi takımı tutuyorsun?"

"Hiçbirini." dedim.

Anneme sordu: "Anneanne, sen hangi takımı tutuyorsun?"

Annemin cevabı: "Hepsini seviyorum."

Bu konuşma, erkeğin dışlayıcı, kadının kabullenici tavrına dair çok sevimli bir örnekti.

SEVME BİÇİMİ

İki cinsin sevme şekilleri de neredeyse taban tabana zıt frekanslardadır. Önce bir özet cümle: 'Erkek elde edene kadar sever, kadın elde edildikten sonra sever.'

Yani erkeklerin sevme biçimi, elinde olmayana heveslenmek, onu elde etmeye çalışmaktır. Tutku da denilebilir buna. Elde etmek istediği kadını "Acaba nasıldır?" merakıyla takıntı haline getirmek, hatta onu hayalinde, olmadığı kadar mükemmel algılamak, erkeklerin klasik aşık olma tarzıdır. O yüzden "Öyle kadınlar sevdim ki aslında yoktular." demiş şair. Ama devamına katılmıyorum. Böyle bir sevmek görülmemiş değildir. Tersine, erkek aşklarının çoğu böyledir. Tabii böyle bir sevginin, evlilik sonrasında heyecanını giderek kaybetmesine de şaşmamak lazım.

Kadın ise bu konuda daha pratik, tedbirli ve gerçekçidir. "Önce sen sev, sonra ben" sloganı kadınlara aittir. Aslında kadınlar 'sevilmeyi severler'. Ve karşılarındakinin sevgisinden emin olunca onu benimsemeye başlar, giderek alışır ve zamanla aşık olurlar. Muhtemelen "Evlenmeden önce kocam bana çok biçimsiz gelirdi. Şimdi gözüme çok yakışıklı görünüyor." sözünü çok duymuşsunuzdur. Kadın sevgisi önemli ölçüde 'alışmak'tan ibarettir. Yine "Hele bir evlen, zamanla seversin." sözü de sadece kadınlar için geçerlidir ve onların alışma, uyum sağlama yeteneklerine işaret eder. İşte bu alışma, bir süre sonra onsuz olamama halini alır. O yüzden kocasını çok seven kadınların standart aşk cümlesi "sensiz yapamam"dır. 

TEK EŞLİLİK-ÇOK EŞLİLİK

Geldik son ve en hassas konuya. Modern yaşam biçiminde tek-eşlilik tartışılmaz bir prensip olsa da, dinimizin çok-eşliliğe izin veriyor olması, din-modernizm tartışmalarına sebep olabiliyor. O yüzden birkaç cümle söylemek şart.

Önce bir araştırmayı paylaşmak isterim. Bir dönem meme kanseri vakalarında erkeklik hormonu kullanımı yaygındı. İngiltere'de bu tarz bir tedavinin yapıldığı bir klinikte ilginç bir durum gözlenmiş. Meme kanseri sebebiyle erkeklik hormonu kullanan kadınlar, doktorlarına sıklıkla şöyle şikayetler aktarmışlar: "Bende garip bir durum gelişti. Bayağı çapkın oldum. Sürekli kocamdan başka erkeklere bakıyorum. Hiç yapmazdım böyle. Ne oldu bana?"

Erkek okurların bunu garip bulmayacaklarını tahmin ediyorum. Zira şurası açık ki, erkeklik hormonu kişiyi, var olanla yetinmek yerine yeni heyecanlara yönelten bir etkiye sahiptir. Kadınlık hormonları ise huzur ve devamlılık arayışı verirler. Dolayısıyla kadınların tek-eşli, erkeklerin ise çok-eşli olmaya yatkın oldukları açıktır.

İsterseniz bir anket yapın. Soru şu: "Her gece başka biriyle beraber olmak ister misiniz?" Siz de tahmin edersiniz ki, erkeklerin çoğu, gözleri parlayarak "Keşke. Nerdeee?" diyecektir. Kadınların ise hemen tamamı "İğrenç!" diye tepki verecektir.

Yine İngiltere'de yapılmış bir anketi de aktarayım. Erişkin erkek ve kadınlara şu soru sorulmuş: "Cinsel yaşantınızla ilgili nasıl bir pişmanlığınız var? Hangi konuda 'keşke' diyorsunuz?" Cevapların %95'i aynı çizgide. Erkekler "keşke daha çok kişiyle beraber olsaydım" derken, kadınlar "keşke sadece bir kişiyle beraber olsaydım" demişler.

Bir başka araştırmada da erkek ve kadın dergilerinde yazılan makalelerin konuları listelenip sayılmış. Erkek dergilerindeki yazıların çoğu "Onu nasıl elde edebilirsiniz?" temalı iken, kadın dergilerindeki yazılar genellikle "Onu nasıl elinizde tutabilirsiniz?" üzerine imiş.

Yani erkek için çok-eşlilik, kadın içinse tek-eşlilik temel bir yönelim. Bunu inkar etmenin anlamı yok. Ama modern toplumda erkeğin çok-eşli yöneliminin meşru dairede çözümü, ayrı ve uzun bir konu. Oraya girmiyoruz. Ancak en azından bu doğal yönelimi bilmek, ikili ilişkilerde ortaya çıkan çoğu sorunun altında yatan esas sebebi fark ettirir ve abartılı suçlamaları da, yersiz vicdan azaplarını da önler diye ümit ediyorum.

SONUÇ

Görüldüğü gibi, Allah iki cinsi, çoğu konuda birbirine tamamen zıt, ama o sayede de birbirini tamamlar biçimde yaratmıştır. Üstelik el, kol, göz, kulak, böbrek, yürek gibi temel yapı elemanları aynı olan iki insanı, birkaç hormon aracılığı ile böylesine zıt ama birbirini tamamlar hale getiren zatın, sanatına hayran olmamak mümkün mü?

Ve Allah iki cinsi, birbirini tamamlasınlar diye farklı yarattığına göre, ancak bu farklılığı kabul edip, doğru biçimde kullanmayı bilen kişiler, gerçek huzura ulaşabilirlar. Farklılıkları yok saymak veya eleştirmek, boşuna bir gayrettir. Marifet, bu iki zıt kutbu bir araya getirip, mükemmel bütüne ulaşmaktır. Zaten kadınların güzellik ve şefkat, erkeklerin de güç ve otorite özelliği bir araya gelmezse, insan Allah'ı bile hakkıyla tanıyamaz. O yüzden peygamberlerin hepsi erkektir ama, hemen hepsi evlenmiş ve eşleriyle birlikte mutlak gerçeği bulmuşlardır.

*

Not-1:

Bu yazıyı esas olarak erkekler için yazdığımı belirtmeliyim. Zira:

A-Kadınlar zaten başkalarını anlama konusunda özel bir yeteneğe sahiptirler. Ama görünen o ki, erkekler kadınları hemen hiç tanımıyor, hatta çoğu konuda kendileri gibi zannediyorlar. Bunu biraz düzeltmekte fayda var.

B-Erkekler karmaşık olayları genellemeler yoluyla anlamayı severler. Bu yazıda da çokça genelleme yaptım o yüzden. Oysa kadınlar genellemelerden hiç hoşlanmazlar. "Herkes ayrı ve özeldir. Genellemeler çok anlamsız." derler.

Öncelikle, genellemeler olmasa bilim diye bir şey olmazdı zaten; bunu unutmayalım. Ama doğru bakış açısı, hem genellemeleri, hem de özel durumları hesaba katan bütüncül bir yaklaşımdır tabii ki.

Not-2:

Yazdıklarım için "Cinsiyetçilik yapıyor, kadınları sanki aşağılıyorsunuz." diyenler oldu.

Öncelikle, eğer kadın-erkek farklarını vurgulamak 'cinsiyetçi' bir yaklaşım ise, 'Kadın Hastalıkları-Doğum' ya da 'Üroloji' bilimleri için de 'cinsiyetçi' dememiz gerekir ki, saçma olur, takdir edersiniz.

Ayrıca anlattığım hangi özellik veya verdiğim hangi örnek 'kadınları aşağılama' olarak nitelendirilebilir ki? Benim burada yaptığım, sadece herkesin görüp hissettiği farkları vurgulamaktan ibaret. Ve verdiğim somut örneklere "yok böyle bir şey, hiç rastlamadım" diyenini de bugüne dek görmedim. 

Ve eğer bir kadın, kadınsı özelliklerin vurgulanmasını aşağılama gibi görüyorsa, cinsel kimliğini kabullenme zorluğu olabilir diye düşünmekte fayda var.

Not-3: "Yazdıklarınızın bilimsel temeli zayıf." denilebilir.

Öncelikle, günümüzde bu konularda araştırma yapmanın bile 'cinsiyetçilik' suçlamasını göze almakla eşdeğer olduğunu, bunun da araştırma sayısını çok azalttığını vurgulamak lazım. 

Ayrıca bu yazıda fazla teknik ayrıntıya girmedim. Ancak yazdıklarımı bilimsel olarak destekleyen birçok veri var. Örneğin 'ayna nöron' konusu bunlardan biri. Biraz açarsak:

Ayna nöronlar, beyinde yaygın olarak bulunan ve görevleri ancak son yıllarda anlaşılabilmiş hücrelerdir. Bunlar, çevreden gelen verileri anlamayı, hatta giderek benimseyip içselleştirmeyi sağlarlar. O yolla da ortama uyum ve davranış öğrenme konusunda çok önemli bir rol oynarlar. Kadınların beyinlerinde ayna nöronların erkeklere göre daha fazla sayıda ve daha aktif olduğuna dair birçok tıbbi kanıt var. Bu da kadınlara hem karşıdakini anlayabilme, empati yapabilme yeteneği veriyor, hem de yanındaki kişilerden etkilenme, hatta gördüğü davranışları farkına varmadan taklit etme özelliği. Meraklısı bu konuyu araştırabilir.