9 Nisan 2023

BAŞKALARINI ANLAMAK (EMPATİ)


İnsan, kapsamlı yaratılışının sonucu olarak, her şeye muhtaçtır, her şeyi ister. Oysa gerçek anlamda hiçbir şeye sahip değildir. Tüm ihtiyaçlarını kendi başına karşılama becerisinden de yoksundur. O yüzden de topluluk halinde yaşamak zorundadır. Fakat bu kez de başka bir sorun ortaya çıkar. Toplumdaki diğer insanlarla sürtüşme yaşayabilir, kırılıp üzülebilir. Zira insan her şeyden etkilenen, kırılgan bir varlıktır aynı zamanda ve hiç kimseye de hükmedemez. 


Düşünün ki, bu dünyada milyarlarca insan var. Hepsinin huyu-suyu farklı. Konuşması, sevmesi, kızması farklı. Böyle olunca da ister-istemez kiminin huyu kimine batar, kiminin tavrı kimini incitir. Bunca farklılık ve kalabalık içinde, tabii ki birileri bizi (istemeden ve fark etmeden de olsa) kıracak veya üzecek. Bundan kaçınmak imkansız. Sanki kalabalık bir caddede, dört bir yana koşuşturan insanların arasında gibiyiz. Birileri ayağımıza basıyor, omzumuza çarpıyor ya da yolumuzu kesiyor. Sonuçta da sürekli gerilim yaşayabiliyoruz. 


İtiraz: "İnsanlar genellikle bizi istemeden kırarlar" diyorsunuz. Oysa çoğu insan karşısındakini kasıtlı olarak üzüyor.


Cevap: İnsanların zihinlerini okuma yeteneğimiz olmadığına göre, isteyerek kırdıklarını nereden bilebiliriz? "Herkes kötü, sadece ben iyiyim." gibi bir bakış, mantıklı olur mu? 


Bir gemi batarken denize düşen insanların can havliyle neler yaptıklarını, filmlerde görmüş olsanız gerektir. Kimisi kimisinin üstüne abanarak (yani onu batırarak) nefes almaya çalışır, kimisi kurtarma sandalına binmiş olanların bacaklarından tutup, kendisi kurtulmak isterken onları suya çeker. Sandaldakiler ise, fazla yükten dolayı batmamak için, binmeye çalışanları geri iterler. Tam bir can pazarı yani. Ama hiçbiri, bu davranışının diğer kişiye zarar verdiğini düşünmez o an. Zira can havliyle hayata tutunmaya çalışırlar sadece. "Acaba onu mu kırdım, buna mı zarar verdim?" diye düşünecek halleri yoktur. İşte çoğu insan da böyledir. Hayat denizinin dalgaları içinde boğulmaktan kurtulmaya çalışır yalnızca. Ve o esnada kime, nasıl zarar verdiğini fark etmez bile. 


Hatta eğer kasıtlı olarak zarar verse dahi, bu davranış bile kendini kurtarma gayretinin farklı bir şeklidir. Örneğin aşağılık kompleksi olan ve insanlar tarafından hor görülme tedirginliği yaşayan bir kişi, karşısındakinin bir tavrını kendisini aşağılama olarak algılayabilir ve kırılan gururunu onarmak için intikam almaya çalışabilir. Burada bile esas amaç, o kişiye zarar vermek değil, kendi gururunu tamir etmektir. Ve bu durumdaki kişiye bile, kızmaktan çok acımak ve anlamaya çalışmak lazımdır. 


Vaktiyle bir misafirliğe gitmiştim. Ev sahibi dahil birçok kişiyle yeni tanıştık; epey de sohbet ettik. Bir ara topal bir adam ile ilgili bir fıkra anlattım. Sonra garip biçimde, ev sahibi bana kötü kötü bakmaya başladı. Arada iğneledi, laf çarptı filan. Garipsedim. Evden çıkınca kardeşim, "Abi, sen onun sakat olduğunu anlamadın galiba." dedi. Meğer bacağının biri doğuştan kısa imiş ve gizlemek için de elinden geleni yapıyormuş. Bayağı da iyi gizlemiş ki, hiç fark etmemiştim. Ama ben öylesine denk gelip de, o topal fıkrasını anlatınca, fena halde alınmış. Sakatlığını fark ettiğimi, onunla alay ettiğimi düşünmüş muhtemelen ve o yüzden de o tavırları sergilemiş. Şu olayın benzerleri o kadar çok karşımıza çıkar ki. Kimseyi incitmeden ve kimseden incinmeden yaşamak, neredeyse imkansızdır; ne kadar iyi niyetli olursanız olun. 


Bir psikiyatrist olarak en fazla üzerinde konuşmak zorunda kaldığım konu, insan ilişkileri ve sürtüşmelerdir. Çoğu insanın aleminde, hayatın ve ölümün anlamı gibi temel konulardan bile daha fazla yer işgal ederler. Kayınvalidesinden yakınan gelinler, babasıyla sürtüşen gençler, iş arkadaşlarıyla geçinemeyen adamlar, kocasından şikayet eden kadınlar vs. Çoğu insanın, ağzını açtığında ilk yakındığı, bir başka insan olmaktadır. Bir aralar böyle kişilere derdim: "Topu topu bir tek insanın, sizin hayatınızı bu denli alt-üst etmesine izin vermemelisiniz." Ama fark ettim ki, o da 'topu topu bir insan'; etiyle, kemiğiyle, kırılganlığı ile. Ve hayat maalesef çoğu insan için böyle sürekli bir mücadele ve didişme içinde geçiyor. Hele nüfus arttıkça, iletişim yoğunlaştıkça, koşturmaca arttıkça, 'kalabalık caddedeki çarpışmalar' da artıyor. 


"Peki bunun çözümü nedir?" derseniz, 3 tane ihtimal görünüyor: 

1: Ya çevremizdeki tüm insanları despotça 'hizaya getireceğiz' ki bu imkansız. Çünkü aciziz ve dünyanın merkezi değiliz.

2: Veya küsüp bir kenara çekileceğiz ki bu da imkansız. Çünkü başkalarına muhtacız; yalnız yaşayamayız. 

3: Ya da o insanları anlamaya çalışacağız ve onlarla ortak noktalarımızı bularak gerginlik ve sürtüşme yaşamaktan kurtulacağız. 


İtiraz: "Neden ben başkalarını anlamaya çalışayım? Onlar neden beni anlamaya çalışmıyorlar?"


Cevap: Başkalarının bizi anlamaya çalışmadığını nereden bilebiliriz? Zihinlerini mi okuyoruz? Yoksa bunu kendimizden mi biliyoruz? Hani kişi herkesi kendi gibi bilirmiş ya. 


Üstelik başka insanları anlamak, asıl bizim için gereklidir ve bize fayda verir; başkalarına değil. Zira yaşadığımız gerginlikten kurtulmamıza yarar. Siz bir insana kırıldığınız veya kızdığınız zaman hissettiğiniz şeylerden zevk alır mısınız? Hiç de hoş duygular değildir. Yani 'başkalarını anlama'yı kendimiz için yapmalıyız, başkaları için değil. 


Zaten insanları anlamayan, insanlara güvenmez. İnsanlara güvenmeyen, içine kapanıp insanlardan kopar. İnsanlardan kopan, insanları daha da anlamaz. Ve bu bir kısır döngü şeklinde sürüp gider. Oysa insanları anlayan onları sever, insanları seven de onlar tarafından sevilir. 


İnatla itiraz: "Çevremdekiler bana yanlış yapmasınlar yeter. Ötesini istemiyorum." 


Cevap: Sorunlarını başkalarına fatura etmek, mutsuzluğu için çevresindekileri suçlamak, görünürde kolaydır ama, çözüm üretmeyen ve karamsar bir tarzdır. Yani "başkaları değişmezse ben düzelmem" anlamına gelir. Oysa biz bir tek kişiyi değiştirebiliriz; kendimizi. 


Ama isterseniz oturup sizinle saatlerce çevrenizdekilerin dedikodusunu yapabiliriz. Sizin ne kadar iyi bir insan olduğunuzu, başkalarının ise kötü niyetli birer canavar olduklarını söyleyebiliriz. Bu belki hoşunuza gider, ama size ne faydası olur ve hayatınızda neyi değiştirir? 


Ve olaya dini yönden bakarsak, bizim görevimiz, her durumda kendimize bakmak, kendi hatalarımızı bulmaktır; nefsimizi temize çıkarıp avukat gibi savunmak değil. Dikkat edin, Kur'an'da kendisini savunup başkalarını suçlayanlar, sadece cehennemliklerdir. Üstelik bu suçlamaların onlara hiçbir fayda vermeyeceği de yazar. 


Kabullenme ve soru: "Haklısınız. Peki ne yapmalı?" 


Cevap: Başkalarını anlamayı öğrenmeliyiz. Ve bu aslında çok da zor değildir. Kendi gözlüğümüze takılmaktan kurtulsak yeter. Cadde örneğine geri dönelim. Kalabalık bir caddede yürürken, biraz da sıkıntılı veya yorgunsanız, sanki herkes sizin üzerinize geliyormuş gibi hissedebilirsiniz. Ama unutmayın ki, o insanların da hepsi, sizin hissettiğiniz gibi hissediyor. Onlara da sorsanız aynı şeyi söylerler: "Sanki herkes üzerime geliyor." 


Bakın, ilginç bir durum çıktı ortaya. Olaylara sadece kendi gözlüğümüzden bakmaktan sıyrılınca, böyle farklı algılar oluşabiliyor işte. Daha önce 'üstünüze gelen düşmanlar' gibi görünen kişilerin, aslında sizin gibi 'ezilmemeye çalışan kişiler' olduğunu anlayabiliyorsunuz. İşte buna 'empati' diyoruz. Yani, kendisini başkalarının yerine koyabilmek. Zaten bir insanı anlamak, ancak kendini onun yerine koymakla mümkündür. 


Ama lütfen dikkat edin, empati demek, "Ben onun yerinde olsam şöyle yapardım, böyle yapmazdım." demek değildir. "Acaba nasıl düşünüp hissediyor ki böyle davranıyor?" demektir. O davranışın altındaki sebepleri bulmaya çalışmaktır. O kişinin ne hissederek öyle davrandığını anlamaktır. 


İtiraz: "Ama milyarlarca farklı insan var. Bunca insanı nasıl anlayabiliriz ki?" 


Cevap: Gelin bu farklılıklar üzerinde biraz düşünelim. Gerçekten aramızda birbirimizi anlamamızı engelleyecek uçurumlar var mı acaba? 


İnsanın yapısını ve davranışlarını belirleyen en temel faktör, genlerdir. Peki sizce insanların genetik yapılarının ne kadarı ortaktır? Bir tahmin yapın lütfen. Tecrübelerimden biliyorum ki, bu tahminler genellikle %70 civarında oluyor. Oysa tüm insanların genetik yapılarının %99,5 kadarı ortaktır. Şaşırdınız, değil mi? Farklı yönler sadece ve sadece binde 5'dir, o kadar. Diğer insanlarla aramızda sandığımızdan çok daha fazla ortak yönümüz var yani. O zaman onları anlamak, o kadar da zor olmasa gerek, değil mi? 


Mesela bana her gün çeşit çeşit insanlar gelir. Hepsinin sorunları değişiktir. Ve duygularını anlatırlar: "Doktor bey ben çok alınganım." veya "kıskançlık problemim var" ya da "çok çabuk sinirleniyorum." Ama ben hiçbirine "Kıskançlık mı? O da nedir? Nasıl bir duygu bu, tarif eder misiniz? Hiç yaşamadım da." demem tabii ki. Çünkü bende de vardır o his; kendimden bilirim yani. Ama farklı konudadır belki. O kişi diyelim ki başkasının malını kıskanır, ben ise sırma saçını. (Tarama özürlüyüm de.) Ama özde bilir ve hissederim, kıskanmanın ne demek olduğunu. 


Şimdi tüm duyguları zihninizden geçirin. Adını duyduğunuz ama hiç hissetmediğiniz bir duygu var mı? Yok tabii ki. Yani diğer insanları anlamak için gerekli altyapı hepimizde var. Azıcık gayret etsek, empati yapmak çok da zor değil. 


(Not: Yani nasıl ki insan Allah'ı, onun isim ve sıfatlarının kendisinde yansımış küçük örnekleri yardımı ile tanıyabilir, başka insanları da yine kendisindeki özelliklerden faydalanarak tanıyabilir.) 


Yöntem:


Empati yapmanın kolay bir yolu, o kişideki rahatsız edici davranışın benzerini kendimizde aramak, sonra o davranışımızın sebebini bulmak, en sonunda da bulduğumuz açıklamayı o kızdığımız kişiye uyarlamaktır. Üstelik bu sayede sadece o insanı anlamış olmayız, kendimizi de daha iyi tanırız.


Yönteme geçmeden önce bir toparlama yapalım: Maalesef çoğumuz, başkalarının bizce hatalı olan yönlerini, yanlış görünen davranışlarını acımasızca suçlarız ama, o huyların benzerleri bizde varsa, o tavrımızı avukat gibi savunuruz. Çoğunlukla amacımız, başkalarını anlamak değil yargılamaktır; kendimizi ise geliştirmek değil savunmaktır. İyi mi yapıyoruz dersiniz? Sizce bize düşen, kendimizi avukat gibi savunup, başkalarını savcı gibi suçlayıp, bir de hakimliği de üstlenerek, herkes hakkında ahkam kesmek, hatta infaz memurluğuna da kalkışıp ceza vermek midir? Yoksa insan kardeşlerimizi biraz olsun anlamaya ve bu arada kendi yanlışlarımızı da görmeye çalışmak mıdır? 


İkna olduysanız yöntemi açalım. Babasıyla sorunları olan bir gençle yaptığım bir görüşmeyi örnek vereceğim. 


-Bana babanı anlatsana. 

-Babamla çok mesafeli ve gerginiz. Çoğu huylarına sinir oluyorum. 

-Onun en sevmediğin özelliklerini söyler misin? 

-Azıcık eleştirilince hemen sinirlenir. Çok kendini beğenmiştir. Hiçbir ideali yoktur, öylesine yaşar. Beni de hiç anlamaz. 

-Peki bunlar neden oluyor sence? Neden böyle davranıyor baban acaba? Onu anlayabiliyor musun? 

-Nedenini bilmiyorum, hiç anlamıyorum onu. 

-Babanın seni anlamadığından yakındın ama, sen de onu anlamadığını söyledin. Bu ilginçti. 

-Hı?

-Neyse. Sana dönelim. Sen de eleştirilince sinirlenir misin? 

-Bazen oluyor tabi. 

-Neden oluyor, açıklasana. 

-Sanırım karşımdaki beni eleştirince beni sevmiyor, beğenmiyor gibi hissediyorum. Kendimi değersiz gibi görüyorum. Bu da beni üzüp sinirlendiriyor. Sonuçta da aşırı tepki gösteriyorum.

-Peki baban da eleştirilince benzer şeyler hissedip sinirleniyor olamaz mı? 

-Bilmem... Olabilir. 

-Baban için bir de "kendini beğenmiştir" dedin. İç alemini bilemeyeceğimize göre buna "kendini beğenmiş görünüyor" desek daha doğru olur. Peki seni de bazı insanlar 'kendini beğenmiş' biri olarak görüyor olabilirler mi? 

-Mümkün. Özellikle okulda pek kimseyle samimi olmak istemem. O yüzden bazıları beni kendini beğenmiş gibi görebilir. Aslında öyle değilim ama sanırım kendimi koruyorum. İnsanlar benimle fazla yüz-göz olmasınlar ve aşağılayıp kırmasınlar diye bir tür savunma yapıyorum galiba.

-Çok güzel açıkladın, tebrik ederim. Peki baban da benzer bir sebeple kendini beğenmiş gibi görünüyor olamaz mı? 

-Olabilir tabii. 

-Bir de "babamın hiçbir ideali yok" demiştin. Senin ideallerin var mı peki? 

-Çok. 

-Peki başkaları seni idealsiz biri gibi görüyor olabilir mi? Mesela baban senin ideallerini biliyor mu? 

-Hayır. Ona anlatmadım. Zaten pek kimseye anlatmam ideallerimi. 

-O zaman sen de babanın gözünde idealsiz birisin.

-Hımm...

-Ya aslında babanın da idealleri varsa, ama o da sana anlatmıyorsa? 

-...

Bundan sonrası kişinin vicdanına bırakılır. 


Özetle, ben bu yöntemi uygularken 

1-"En çok sinir olduğun kişinin, en rahatsız olduğun tavrı nedir?" diye sorarım. 

2-Cevaptan sonra "Neden böyle davranıyor sence?" derim. Genellikle "bilmiyorum" ya da "huyu bu, kötü niyetli de ondan." denilir.

3-O zaman da "Peki, bu davranışı sen de bazen gösteriyor olabilir misin?" diye sorarım. Başlangıçta nadiren "evet" denir ama, biraz sorgulama sonrasında gelen "belki, bazen" gibi cevaplar da yeterlidir. 

4-Sonra da "Peki sen hangi durumlarda böyle davranıyorsun? Nasıl hissediyorsun ki böyle oluyor?" derim. En kolay cevaplanan soru budur. Uzun açıklamalar gelir. 

5-En sonunda da "Peki bu yaptığın açıklama, o kızdığın kişi için de geçerli olabilir mi?" derim. Cevap genellikle "olabilir" şeklindedir ve yeterlidir. 


İşte bu basit yöntemi, canınızı sıkan herkes için kendi kendinize uygulayabilirsiniz. Ama sizin için önemli kişilere, örneğin anne-babanıza, eşinize ve en fazla ters düştüğünüz kişilere mutlaka uygulayın. Ve unutmayın ki insan en çok, kendine benzeyen kişilerle zıtlaşır. Kendisinde var olan, ama kabul etmek istemediği özellikleri, üzerinde gördüğü kişilerden rahatsız olur en fazla. Buna tıp dilinde 'yansıtma' (projeksiyon) diyoruz. 


Buna dair bir örnek: Bir seferinde Manyas'taki Kuş Cenneti'ne yapılan bir geziye katılmıştım. Kamp yerinde yemek kuyruğuna girdik. Kuyruğun ilerisinde bir adam dikkatimizi çekti. Yüksek sesle konuşuyor, abartılı el-kol hareketleri yapıyordu ve bayağı renkli, iddialı bir giyimi vardı. Arkadaşlarla o adamı izlerken ve "bayağı dışa vurumcu birisi" yorumları yaparken, arkadan bir ses yükseldi: "Şuna bak! Amma da hava atıyor ha!" Dönüp baktığımda, o adamdan daha da havalı bir tiple karşılaştım. Rengarenk bir tişört, göğüste koca bir madalyon ve siyah gözlükler. Şaşırtıcı olmadı tabii. 'Hava atan' kişiye en fazla sinir olan, yine 'hava atan' bir kişi olmuştu. 


İşte bu yansıtma mekanizması yüzünden, insanlar en çok, kendilerine benzeyenlerle sürtüşürler. Bir deneyin isterseniz. En rahatsız edici bulduğunuz insanlara, anlattığım yöntemi uygulayın; aslında o kişiyle ne kadar çok ortak noktanız olduğunu hayretle göreceksiniz. 


Ve bu yazının erken bir faydası:


Bu yazıyı hazırladığım sıralarda, birisiyle aramda ciddi bir sorun oldu. Ve o kişiye epey öfkelendim. Bu öfke beni yakarken, içimden bir ses "Şu sıkıntıdan da belli ki, yanlış düşünüyorsun. Ona da empati yapsana." dedi. Dedi ama, uzun süre inat edip yapmadım. Sonra yazının baskıya verilme zamanı yaklaştı ve kendi yapmadığı şeyi başkalarına tavsiye edenleri ikaz eden ayetler hatırıma geldi. İstemeye istemeye soruları kendi kendime sormaya başladım. (Kabul ediyorum ki, yöntem basit, ama uygulaması biraz acıtıcı.) 


"Onun beni en çok kızdıran özelliği ne?" 

"Şu..." (Bende saklı kalsın.) 

"Peki ben hiç böyle yapmıyor muyum?" 


Ve dehşetle gördüm ki, ne yapmaması, belki de en çok yaptığım hatalardan biriydi o davranış. Böyle çıkacağını biliyordum zaten için için. Muhtemelen o yüzden direnmiştim onca zaman. Öylesine kala kaldım. Kalan soruları cevaplamam gerekmedi bile. 


O yüzden, kimse okuyup faydalanmasa bile, bu yazı bence görevini yaptı. 


*


Ek-1: Konuyla ilgili olarak bir tefsirden alıntı: 


"Mümin kardeşinden sana gelen bir fenalığı, bütün bütün ona verip onu mahkum edemezsin. 

Çünkü ilk olarak, kaderin onda bir hissesi var. Onu çıkarıp, o kader ve kaza hissesine karşı rıza ile karşılamak gerektir. 

İkinci olarak, nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp, o adama düşmanlık beslemek değil, belki nefsine mağlup olduğu için acımak ve pişman olmasını beklemek lazımdır.

Üçüncü olarak, sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kendi kusurunu gör, bir hisse de ona ver." 


Ek-2: İmam-ı Gazali'nin "İnsan, kendi hatalarını fark etmek için ne yapmalı?" sorusuna verdiği cevap: 


Bunun en kolay yolu, kişinin başkalarında gördüğü hatalara dikkat etmesidir. Zira hadiste vardır ki "Mümin müminin aynasıdır." Yani onda kendisini görür. Başkalarında hangi kusurları görüyorsak, o kusurlar asıl bizde var demektir.