4 Mayıs 2023

ATEİZM-DEİZM YÖNELİMİ


Soru: 

Son zamanlarda yaratıcıyı tümden inkar eden ateizm ve "bir yaratıcı var, ama dinler uydurma" diyen deizm akımları çok fazla konuşulur oldu. Kamuoyu yoklamalarında ise ülkemiz nüfusunun en az %5'inin bu çizgilerde olduğu ve bu oranın özellikle gençlerde hayli yüksek olduğu görülüyor. Bu da dindar kesimde bir tedirginlik oluşturuyor. "Sebebi nedir? Bu işin sonu nereye varacak? Ne yapmalıyız?" soruları Müslümanları hayli meşgul ediyor. Siz bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?


Cevap: 

Bahsettiğiniz tarzda bir yönelimin olduğu açık. Bunun sonucu dindar kesimde oluşan tedirginlik de ortada. Hatta bu gidişle, 10-20 yıl öncesinin 'endişeli laik' tanımına, 'endişeli dindar' tanımı da eklenecek gibi görünüyor. Ancak burada bazı temel noktaları atladığımızı düşünüyorum.


Öncelikle şunu hatırlamak lazım ki, ateizm eski bir terim ama, deizm tanımı son zamanlarda popülerleştiği için, sanki yeni ve modern bir akımmış gibi algılanıyor. Oysa ateistler gibi deistler de tarih boyunca vardı. Bilinen bir isimleri yoktu sadece. Örneğin 30-40 yıl öncesinde de "Allah var, kabul ediyorum ama, bu asırda Kur'an hükümleri uygulanamaz ki." diyenler, ya da "Yaratıcıyı inkar etmiyorum ama dini konular ilgimi çekmiyor." deyip dinden uzak bir hayat yaşayanlar hayli çoktu. 


Şimdilerde ise bu insanlar, yaşam biçimlerini felsefî bir görüntüye sokan 'deizm' tanımını pek sevdiler ve o reddedici tarzlarına derin bir ideoloji havası verdiği için bolca kullanıyorlar. Ayrıca bu isimlendirmeler sayesinde, kendileri gibi düşünen kişilerle bir 'izm' etrafında buluşmak, birbirini manen desteklemek, bir tür şahs-ı manevi oluşturmak, onlara psikolojik güç veriyor. Ne de olsa 'zaman cemaat zamanıdır.'


Soru: 

Yani deizm bir ideoloji değil de, hayat tarzı mıdır?


Cevap:

Aynen. Deist yaklaşımın tutarlı bir ideoloji olduğunu kimse söyleyemez zaten. Rastgele 10 deist bir araya gelseler, 'dinler yalan' dışında hiçbir cümle etrafında fikir birliği sağlayamazlar. Zira deizm bir inşa değil, inkardır. Yani insanı, kainatı, hayatı ve ölümü anlamlandıran bir ideoloji değil, dinleri reddetmekten ibarettir. Bu reddedişin temel hareket noktası, şekli ve dozu da kişiye göre farklılıklar gösterir. O yüzden 'deizmin temelleri' diye bir kitap yazamazsınız. Bir yaratıcıyı kabul etmekle beraber kutsal kitapları eleştirmeniz, deist olmanız için yeterlidir. Buna da ideoloji denilemez tabii. 


Soru:

Peki son dönemdeki bu yaygınlaşmanın sebepleri neler sizce?


Cevap:

Buna dair birçok değerlendirme yapıldı. Tüm bu analizleri özetleyelim:


1-Dinimizi, yaratıcımızı, özellikle de peygamberimizi iyi anlatamadık.

2-İnancımızı hayata geçiremedik, güzel temsil edemedik.

3-Bazı dindar siyasetçilerin hataları, siyasetçi oluşlarına değil de dindar oluşlarına mal edildi.

4-Modern çağın ürettiği buhranlara çözüm üretemedik.

5-Medyadaki gizli-açık propaganda ve yönlendirmelere engel olamadık.


Bunların hepsi de doğru. Ama çok önemli bir noktanın sıklıkla gözden kaçırıldığını düşünüyorum. Şöyle ki: İman, bir vicdan işidir ve kişisel bir tercihtir. Kişi iman etmek isterse, buna dair delilleri bulabildiği gibi, inkar etmek isterse de, kendince deliller bulması mümkündür. 


Burada 1979'da Nobel ödülü alan ilk Müslüman olan Pakistanlı fizikçi Muhammed Abdüsselam'ın bir sözünü aktarmak isterim: "Kainattaki düzen, inanmak isteyen bir kişi için, bir yaratıcının varlığına delildir ama, inanmak istemeyen bir kişi için de bir yaratıcının gereksizliğine işaret olabilir." Önemli bir tespit bence. 


Çok dile getirilen bir örnek verelim: Sümer yazıtlarındaki dini metinlerin, Tevrat ve Kur'an ifadeleriyle çok benzer olduğu biliniyor. İşte bu somut veriyi bazıları "Semavi dinler Sümerler'in inançlarından ve efsanelerinden esinlenmiştir." diye yorumlayıp inkarlarına delil olarak kullanıyorlar. Oysa aynı veri, tüm dinlerin aynı kaynaktan geldiği, Sümerler zamanında gelen peygamberlerin de sonraki peygamberlerle aynı gerçekleri tebliğ ettiği şeklinde yorumlanabilir. Örneğin Hz. İbrahim'in Sümerler devrinde yaşadığına dair ipuçları çoktur.


Yani eldeki verileri, isteyen, istediği gibi yorumlayabilir. O yüzden de dini inkar etmek isteyen bir kişiyi, imana ikna edemezsiniz. 


Soru: 

Peki bir insan neden dini inkar etmek ister? 


Cevap:

Ya henüz hayatın darbeleriyle törpülenmemiş olan gururu sebebiyle, bir otoriteyi kabul edip ona boyun eğmek istemediği için, ya da istediği günahı işleyip, kendince keyifli bir hayat yaşamak, bu esnada da vicdan azabı duymamak için. Bu iki sebep de temelde birbiriyle ilintili tabii.


Otoriteye karşı kibir konusundan başlayalım. Bu eğilime sebep olan şöyle bir yaygın hata var: Günümüzde, özellikle modern ailelerin çoğu, çocuklarını kontrol etmek ve eğitmek yerine, şartsız biçimde destekleyip serbest bırakmak yönelimindeler. Bu da sonunda, içi boş bir özgüvene sahip, otoriteye itaat etmekten hoşlanmayan gençleri sonuç veriyor. Anne-babasına saygı duymadan yetişen bir genç de, ne öğretmenine, ne yöneticisine ve ne de peygamberine saygı duymayıp, kolayca isyan ve inkar edebiliyor. Temel sorun burada. 


Yani günümüzün modern çocuk yetiştirme biçimi, isyankar bir nesili netice veriyor. Ve "Anne-babamı yok saymıyorum, ama bana karışamazlar." diyen gençlerin, konu din olunca "Yaratıcıyı yok saymıyorum, ama bana karışamaz." demeleri, şaşılacak bir şey değil. 


Burada çok önemli bir noktayı da dile getirmek isterim. İman, sadece bilmek değil, kabullenmek ve benimsemektir. Mesela bir çocuğun, babasını bilmesi ayrıdır, onu babası olarak kabullenip sözünü dinlemesi ayrıdır. Babasıyla zıtlaşan, onu eleştiren ve önemsemeyen bir gencin, teorik olarak bir babasının olduğunu bilmesi, bir anlam ifade etmez. Ateistlerin inkarları da bu tarzdadır çoğu kez. Bir yaratıcının olduğunu kesinlikle hissederler. Ama onu yok farz etmek, önemsememek, hayatını kendi kafalarına göre yaşamak isterler. 


Vicdan azabı çekmeden keyfince yaşama arzusuna gelelim. Günümüz insanı, modern hayatın sunduğu çekici günahlarla sürekli yüz yüze kalıyor. İnternetin de yaygınlaşması ile her türlü günaha kolayca girebiliyor. Kimseye görünmeden evine içki ısmarlayabiliyor, her türlü uyuşturucuya erişebiliyor, sanal veya gerçek cinselliği serbestçe yaşayabiliyor, bahis, kumar veya faiz işlerine girebiliyor. Neredeyse hiçbir engelle karşılaşmadan, tüm günahları tadarak keyfinin istediği gibi yaşayabiliyor. Ve tabii ki her günahın kısa vadede lezzeti de var. Üstelik çoğu günah bir ölçüde bağımlılık da yapıyor. Böylece bazıları öyle bir noktaya varıyor ki, günahlar hayatının ayrılmaz bir parçası haline geliyor.


Ama tabii ki bu arada vicdanı susmuyor, onu sürekli rahatsız ediyor. "Günaha daldın gittin. Bu gidişle Cehennem'i boylayacaksın." diye uyarıyor. Bu şekilde sürekli vicdan azabı duyarak yaşamak ise mümkün değildir, insana acı verir. Bu iç çelişki yüzünden bazıları tövbe edip dönüyorlar ama, bir kısmı da dini tümden inkar etmek istiyorlar. İnkar edip vicdan azabından, iç çelişkiden kurtulmayı, o bohem hayatı 'dibine kadar' yaşamayı seçiyorlar. 


Ve eğer zamanla "inkar etmeliyim" yönelimi ağır basarsa, kişi bunu destekleyecek delilleri internette bolca bulabiliyor da. Hani neredeyse 'dinsizlik dini'ni yaymak amacıyla hazırlanmış bir sürü site var, bilirsiniz. Bazı ayetleri veya hadisleri bağlamından koparıp akıl dışı gösteren, her şeyin tesadüfen ve evrimle oluştuğunu (güya) bilimsel olarak anlatan tonlarca makale bulmak mümkün. Ama ilginçtir ki, tüm bu iddiaların cevapları da bulunabileceği halde, o cevaplar okunmuyor çoğunlukla. 


Diyaloglar genellikle şöyle:

-Ben 'Sapiens' kitabını okudum ve ateist oldum.

-Peki Bediüzzaman'ın eserlerini okudun mu? 

-Gerek görmüyorum.

veya

-Ateist-deist sitelerde birçok ayet ve hadisin akıl dışı olduğu ispat edilmiş. Onları okusan sen de inkarcı olurdun.

-Hepsini okudum. Tümünün de cevabı var. Ararsan sen de bulursun. Mesela 'Sorularla İslamiyet' sitesini önerebilirim. Oraya da baksana.

-Boş ver. Böyle mutluyum.


Hatta eğer kişi, faraza bu yaygın tavrın dışında davranıp, bazı İslami eserleri ve açıklamaları okusa bile, gerçekten anlamak ve inanmak için değil, eleştirmek ve inkar etmek için okuduğundan dolayı, fayda görmüyor. Nitekim bu inceliğe Kur'an'da da işaretler vardır. Birçok ayette, Kur'an'dan faydalanmak için Allah korkusu taşımak, samimiyetle yönelmek gibi şartların gerektiği belirtilmiştir. Hatta bir ayette "Kur'an, müminler için bir şifa ve rahmettir; zalimlerin ise sadece ziyanını arttırır." denilir.


Yani bu kişilerin büyük çoğunluğu, akıl ve mantık yürüterek, gerçekten doğruyu bulmak arzusuyla hareket edip de dinden çıkmıyorlar. İnkar edince hür ve mutlu olacaklarını, hayatı keyiflerince, dolu dolu yaşayacaklarını zannediyor ve inkarı tercih ediyorlar. Ha, bunların bir kısmı tümden inkara gidip ateist oluyor, bazısı ise yaratıcıyı da inkar edip tümüyle karanlık bir boşluğa düşmeyi göze alamayıp, "Bir yaratıcı var ama bize karışmaz. Dinler de yalan." deyip deist oluyor. Az bir fark var tabii, ama temel yaklaşım aynı. 


Bir süre ateist olup da sonradan İslam'a dönen kişilerin "Nasıl müslüman oldum?" konulu sohbetlerini bizzat veya internette çok dinlemişimdir. İlk başlarda zannederdim ki "Aklıma takılan birkaç soruyu cevaplayamadığım için ateist olmuştum. Ama filan kitapta cevapları bulunca dine döndüm." diyecekler. Bir kez bile böyle bir açıklama duymadım. Hemen hepsi şöyle bir süreç anlattılar: "Üniversite yıllarımda dinleri sorgulamaya başladım. Giderek ateist oldum. Kafama göre yaşamaya başladım. Sonra bu yolda bir hayır olmadığını hissettim. Ölümün de aslında çok yakın olabileceğini gördüm. Kur'an'ı başka bir gözle okudum ve tekrar dine döndüm." 


Özetle, inanmak istemeyen bir kişiyi, biz zorla imana getiremeyiz. "Sen sevdiğini hidayet edemezsin. Ancak Allah 'dileyeni ve dilediğini' hidayet eder." mealindeki ayeti hiç unutmayalım. Bu arada, bu ayette de yer alan ve Kur'an'da sıklıkla geçen "yehdiy men yeşa" ifadesine ikili bir anlam verdiğimi fark etmişsinizdir. Zira Arapça'da bu ibare iki anlama da gelir. Hem "Allah dileyeni doğru yola iletir" hem de  "Allah dilediğini doğru yola iletir." manası vardır. Yani kalben inanmak istemeyen birisini, zorla ve somut delillerle imana getiremeyiz. 


Belki de rabbim bu neslin bazı günahları yaşayıp, o yolda hayır olmadığını gördükten sonra dine dönmelerini, böylece dinin kıymetini daha iyi hissetmelerini irade etmiştir. Zaten düşünürseniz, faraza bir insan nefsinin ve şeytanın tüm telkinlerini yerine getiriyor olsa, bunun karşılığında ne bulabilir ki, kısa bir lezzet dışında? Hiçbir şey. Beklediği mutluluğu bulamadığını, tersine anlamsız bir koşturmacada ömrünü heba ettiğini bir gün anlayacaktır. Gerçeğin, eninde-sonunda açığa çıkmak gibi güzel bir huyu vardır.


Soru: 

"Görelim Mevla neyler. Neylerse güzel eyler." diyorsunuz yani. Tevekkül açısından size katılıyorum ama, bize düşen görevler de olmalı sanki. 


Cevap:

Tabii ki var. Bir kere, başlarda aktardığım maddeleri iyice düşünmek ve onlara çözüm üretmeye çalışmak lazım. Ama en önemlisi şu ki, gerçek mutluluğun imanda olduğunu, inkarda ise yüzeysel ve kısacık bir lezzetle beraber, Cehennem azabına benzer elemler olduğunu, bu dünyada gerçek mutluluğun ancak ve ancak iman dairesinde yaşanabileceğini anlatmamız lazım. Ve ondan da önce, bunu bizzat kendimiz yaşayıp, halimizle göstermemiz gerek. Bu noktayı çok önemsiyorum. Zira karşısındakine "İman etmek, sıkıntı değil, huzur verir." diyen bir kişi, daha kendi sıkıntılarını çözememiş ise, anlatacakları boşa gidecektir.


Soru:

Önce lisan-ı hal ile tebliğ etmek lazım yani. Peki sıra sözlü tebliğe geldiğinde, yani bir ateist veya deist ile tartışma ortamı oluştuğunda, nasıl davranmalıyız?


Cevap: 

En önemlisi şu: Asla 'minder dışına' çıkmamalıyız. Zira biz, bir inancı ve davası olan ve bunları izah ve ispat eden tarafız. Ateist ve deistler ise bir ideoloji inşa etmiyor, inancımızı red ve inkar etmekle uğraşıyorlar. Bu durumda sadece kendi davamıza odaklanıp, kendi doğrularımızı doğru biçimde anlatmakla yetinmemiz lazım. Onların fikirlerinin yanlış olduğunu ispat etmekle uğraşmak, sonuçsuz ve riskli bir çabadır. Hele hele ayrıntılara dair sordukları her soruya cevap yetiştirmeye çalışmak, boşuna bir gayrettir. Her fırsatta işin temeline dönmek gerek.


Yani, biz bu kainata bakınca kusursuz bir sanat görüyoruz. Bu da kusursuz bir sanatçıyı, yaratıcıyı gösteriyor. Bu yolla o yaratıcının varlığını ispat ve sıfatlarını da izah etmek, bizim temel uğraşımız olmalı. Ayrıca böyle bir yaratıcının tabii ki yarattıklarını başıboş bırakmayacağını, elçiler, kitaplar göndereceğini, sonunda da iyilikleri ve kötülükleri karşılıksız bırakmayacağını anlatmalıyız. 


Soru:

Bu konularda önereceğiniz eserler hangileri?


Cevap:

Tüm bu yöntem, izah ve ispatlar için Risale-i Nur eserlerinden daha iyisini bilmiyorum. Bu eserlerden faydalanarak yapılacak bir iman hizmeti, günümüzün en kıymetli din hizmetidir bence. 


Burada aklıma gelmişken, bazı arkadaşların İslam'ı savunmak için çektikleri videolarda, bazı izah ve ispatların ardından ateist ve deistlerle alay eden, hatta onları aşağılayan ifadelerine rastlıyorum. Eğer amaç onların damarlarına basıp daha da dinden uzaklaşmalarını sağlamak ise, yöntem doğru. Ama bu şekilde kimseyi dine ısındıramazsınız. Söyler misiniz, Resulullah (asm) hangi müşrikle alay etmişti? Veya tüm putları teker teker eleştirip onların ilah olamayacaklarını mı anlatmıştı? Ya da örneğin Ebu Cehil'in ne kadar berbat bir insan olduğundan bahsetmiş miydi?


Bu dine hizmet etmek, peygamberin yöntemiyle olur ancak. O sadece müspet bir dille kendi doğrularını, bıkmadan, usanmadan anlatmış, 'minder dışına' çıkmamış, ötesini de Allah'a bırakmıştı. Bu dinin sahibi, bu dini mağlup etmez zaten. Paniğe gerek yok.