22 Mayıs 2023

MÜKEMMEL ÇOCUK YETİŞTİRMENİN KURALLARI


Başlığa takılmayın, aslında ne mükemmel çocuk yetiştirmenin kesin kuralları vardır ve hatta ne de 'mükemmel çocuk' diye bir kavram. Ama sık sık buna benzer başlıklarla yazılmış 'mucize reçete'ler okuruz. Modern psikoloji ekolleri, sık sık değişen fikirlerle, ana-babalara yeni yeni reçeteler sunuyorlar zira.


Freud'dan etkilenen 68 kuşağının eğitimcileri "Çocuğu serbest bırakın, her istediğini yapsın, hevesi kalmasın. Hiç azarlamayın, sadece sevgi verin." diyorlardı. Sonuçta ise sabırsız ve sorumsuz bir nesil yetişti. Şimdilerde daha farklı sesler yükseliyor o kesimden: "Çocuğa beklentilerinizi ve görevlerini söyleyin. Hata yaparsa ceza verin, hatta hafifçe dövebilirsiniz bile."


Bu kural karmaşası sebebiyle, üç çocuk babası olarak, çocuk yetiştirmeye dair ipuçlarını kaleme almak istedim. Zaten meslek hayatım bana gösterdi ki, sağlam bir çocuk yetiştirmek, sorunlu bir erişkini düzeltmekten çok daha kolaydır.


Önce kendinizi düzeltin.


Kendini islah etmeyen, başkasını hiç islah edemez. Hatta bozar, zarar verir, bilmeden. Bir psikiyatrist olarak bana sık sık çocuklarını getirir aileler. "Bu çocuk nedense garip davranıyor. Bir tedavi etseniz." Hiç istisnası yok gibidir; odama çocuk girer ve çıkar, sonra aile girer ve kalır. Hemen daima ailededir asıl sorun. Anne-babanın bariz takıntıları, psikolojik problemleri vardır. Ama bunları görmez, görmek istemez, çocuktaki problemleri öne sürerler. Sanki o çocuk o evde yetişmemiştir de, uzaydan gelmiştir. "O kadar da gayret ettik ki, neden böyle oldu bu çocuk bilmem?" havası vardır. Ama biz genellikle aileyi terapiye alırız. Çocuk da zamanla hayli toparlar. 


Bunun klasik bir örneği: Bir baba, çocuğunu tedavi için getirmişti. "Doktor bey, çocuğum çok asabi." Oysa babanın bizzat kendisinin kaşı-gözü oynuyordu, kavgaya hazır bir gerginlik içindeydi. "Siz de biraz gerginsiniz sanki." dedim. "Evet ama siz beni bırakın, çocuğu tedavi edin." dedi. Elimde olmadan güldüm. "Sürekli dibinde olduğu, devamlı gözünün içine baktığı babası bu kadar gerginken, çocuğu nasıl sakin yapabilirim ki?" diye sordum. Sağ olsun, hak verdi. Reçeteyi kendisine yazdım.


Yine İzmit depreminden sonraki yıllarda bir aile, çocuklarının deprem korkusu yaşadığından yakınmışlardı. Onlara ilk sorum: "Peki siz depremden korkuyor musunuz?" oldu. "Evet, hala sürüyor o korku." dediler, "Ama çocuğa belli etmiyoruz." Sordum: "Çocuğunuz (özür dilerim ama) aptal mı ki, yanı başınızdayken, sizdeki bu korkuyu hissetmeyecek? Hem söyler misiniz, en güvendiği ve güçlü gördüğü insanlar olan anne-babasının bile korktuğu bir şeyden, çocuğunuzun da korkması doğal değil mi?" Onlar da hak verdiler. Velhasıl "önce kendimize bakalım" diyorum. 


Temel güvenli olmalı


Bir evin sağlamlığını belirleyen en önemli kısmı temeli olduğu gibi, bir çocuğun ruhsal gelişiminde en önemli dönem de hayatının ilk yıllarıdır. Çocuğun zekasının %80'i ilk 7-8 yaşta geliştiği gibi, kişiliği de büyük ölçüde bu dönemde oturur. Hele ilk 2 yıl, çok önemlidir ve temel güven duygusunun yerleştiği dönemdir. Bu dönemde çocuğun en büyük ihtiyacı, sürekli ve tutarlı bir sevgidir. En yıpratıcı şey ise, özellikle anne figürünün sürekli değişmesidir. Çocuğunuz isterse bir bakıcı tarafından büyütülsün, yeter ki süreklilik olsun. Bu dönemde sürekli değişen kişilerce bakılan çocuklarda, ileri yıllarda çevreye güvensizlik, içe kapanma gibi sorunların gelişmesini netice verebilir. 


Nitekim Filipinler'de yapılan bir saha araştırması, ilk 2 yaşında mutlak ilgi ve sevgi ile yetişen (ve emzirilen) çocukların, ileride çok daha huzurlu insanlar olduklarını göstermiştir. Çocuğunuzun bilinçli olmadığı o ilk yıllar, aslında bilinçaltının şekillendiği en önemli dönemdir. Bunu unutmayın lütfen. 


Cennetteki gazoz nehirleri


Çocuğa kainatın, hayatın ve ölümün anlamına dair temel bilgileri verin. Çocuklar 3-4 yaşlarından itibaren dış dünyanın farkına vardığında "neden, nasıl?" soruları başlar. Sizden her konuda, özellikle de ölüm üzerine açıklama isterler. "Anne, sen de ölecek misin? Ölünce ne olur? Baba, Allah nerededir?" gibi sorular peş peşe gelir bu dönemden itibaren. Çocuğunuzun bütün sorularına onun anlayacağı bir dilde cevap verin. Unutmayın ki, çocuklar öğrenmeye hazır olmadıkları şeyi sormazlar zaten. "Bu yaşta bu konuları anlatmak erken" deyip kaçamak cevap verirseniz, çocukta sebepsiz korkular yeşermeye başlar. Cevabı alınamamış her soru, o minik beyinlerde şüpheler ve problemler doğurur. 


Hiç unutmam, küçüklüğümde anneme sormuştum: 

-Anne biz ölünce ne olacağız? 

-Öbür dünyaya, inşallah Cennet'e gideceğiz yavrum. 

-Tamam da, ondan sonra ne olacak? Yani orada ne kadar yaşayacağız? 

Annem "Bu çocuk bu yaşta sonsuzluktan anlamaz her halde. Uzun bir zaman söyleyeyim de rahat etsin" diye düşünmüş olsa gerek ki, "Cennette bin yıl yaşayacağız." demişti. 

O kadar üzülmüştüm ki. 

"İster on yıl, ister bin yıl, sonuçta yok olacaksak ne anlamı var? Ben sonsuzluk istiyorum, yok olmak istemiyorum" demişti o küçücük zihnim bile. 


Siz anlatın çocuklarınıza bildiklerinizi. Dini inançlarınızı usulünce aktarın. Allah'ı, Cennet'i öğretin. Melekleri de unutmayın. Zira kendilerini koruyup kollayan ve her yerde bulunan varlıklara inanmak, öcülerden korkan ruhlarına ilaç gibi gelecektir. 


Peygamberimizin ve büyük insanların hayatlarını anlatmak da çok önemlidir. Zira büyüyen bir fidan gibi olan çocuk ruhu, kendisine örnek alacağı mükemmel kişiler arar. Siz öyle yüksek kişilikleri çocuğunuzun hayallerine ideal olarak kazımazsanız, uyduruk bir çizgi film kahramanını kendisine rol-model seçebilir. 


Ancak dini eğitim verirken ölçüyü kaçırmayın. Çocuğa onun hoşuna gidecek örneklerle ve kaldırabileceği dozda verilmelidir eğitim. Örneğin henüz ergenlik çağına girmemiş bir çocuğa Cehennem'den bahsetmek, en çok düşülen hatalardan biridir. O masum çocuğun Cehennem'le ne işi var Allah aşkına? Bu tip hatalar bilinç-altına yerleştiğinden, ileri yıllarda insanların dine karşı soğukluk yaşamalarına sebep olabilir. Ergenlik çağına kadar olan dönemde daha ziyade Cennet'i anlatmak, rahmetle müjdelemek lazımdır. 


Burada hayal gücünüzden, özellikle çocuğunuzun zevklerinden yararlanabilirsiniz. Mesela büyük kızım gazoz içmeye bayıldığı dönemlerde ona "Cennet'te gazoz nehirleri vardır. İç iç bitmez." dememden sonra, ölüme bakışı değişmişti. Ve ölen yakınlarına üzülen erişkinleri bile, bu örnekle teselli etmeye çalışırdı. 


Lisan-ı hal ile anlatmak


Çocukları eğiten, ebeveynin konuşmaları değil, halleridir. Önerdiğiniz şeyi sözle anlatmak yerine, halinizle gösterin. Hoşlanmadığı biri aradığında "evde yok deyin" derken, çocuğa "yalan söyleme" demek, kendisi 'tüttürürken' "sigara içme yavrum, zararlıdır" demek, ne kadar etkili olabilir ki zaten? Veya "Yavrum, kitap oku." diyen bir ebeveyn, kendisi eline kitap almıyorsa, çocuktaki okuma hevesi tabii ki artmaz. Hal ve tavırlarınız, sözlerinizi yalanlamasın lütfen. 


Kitap deyince, buna dair bir araştırmayı da aktarayım. Evlerinde kütüphane olan çocuklarda, ileri yıllarda kitap okuma alışkanlığı bariz biçimde yüksek bulunmuş. Hele anne-baba çocukların önünde kitap okuyorlarsa, oran çok daha artmış. 


Bunun sebebini açacak tıbbi bir bilgi paylaşayım. Beynimizde duyusal algılarla, hatırlamayla, düşünmeyle ilgili nöronlar olduğu gibi, 'ayna nöronlar' denilen bir hücre gurubu da vardır. Bu hücreler, kişinin çevresinde gördüğü davranışları öğrenmesini ve anlamasını sağlar, hatta bilinçsiz biçimde o davranışları taklit etmesine yol açar. Gözleri sürekli üzerinizde olan küçük çocuklarınıza, hal ve tavırlarınızla, ne kadar çok etki ettiğinizi biraz düşünün bence.


Ebeveynim beni anlayabilir mi?


Çocuğunuzun seviyesine inin. Unutmayın ki, o erişkin olmadı ama siz çocuk oldunuz. Onun yaşlarında neler yaşadığınızı, hissettiğinizi hatırlayıp, ona daha iyi yaklaşabilirsiniz. Yoksa çocuğunuz sizi 'anlamadığı bir dilden konuşan yabancı bir rehber' gibi görebilir. 'İnsanlara akılları seviyesinde konuşmak' bir peygamber tavsiyesidir. Çocuğunuzun sizi anlamasını istiyorsanız, onun anladığı frekanstan yayın yapmalısınız. 


Aksi halde olacakların en sık rastladığım bir şekli, duygu ve düşüncelerini ebeveynleri ile paylaşmayan çocuklardır. Çocuk aslında bir yığın sorun yaşamakta, içini şüphe ve korkular kemirmektedir ama, ailesine hiçbir şey anlatmamaktadır. Çünkü anne-babanın tüm yaptığı, "Evladım, bir derdin varsa anlat." demekten ibarettir. Oysa çocuk "Onlar büyük ve olgun. Benim korkularımı anlamazlar muhtemelen. Hatta alay edebilirler." diye düşünüp hislerini paylaşmaz. 


Okula gitmek istemeyen bir çocuk getirilmişti bana. Ailesine hiçbir sebep söylemiyordu. Ben çocuğa önce, onun yaşında iken okulla ilgili yaşadığım kendi korkularımı (biraz da abartarak) anlattım. Karanlık okul yolu, çocuk kaçıran çingene söylentileri vs. derken çocuk, "Yok amca, ben onlardan korkmuyorum. Bir arkadaşım beni dövüyor." dedi. Sebep anlaşılmıştı. 


Siz de zaman zaman kendinizi onun yerine koyun, kendi çocukluğunuzu da hatırlayıp neler hissettiğini tahmin etmeye çalışın. Ayrıca olabildiğince onun dilinden konuşarak duygularını ifade etmesini sağlayın. Siz bir adım atarsanız o koşarak gelecektir. 


"Ben bunu zaten yapıyorum." mu dediniz? Gerçekten mi? Çoğu anne-babanın "ben senin yaşındayken..." diye başlayan konuşmaları, söylediğimin tam zıddı bir havadadır da, ondan tereddüt ettim. O tip konuşmalarda genellikle ana tema, anne-babanın onca zorluk ve yoklukla nasıl kahramanca başa çıktıkları, çocuğun ise bunca imkanların kıymetini bilmeyen sorumsuz, beceriksiz bir haylaz olduğudur zira. Ve çocuğu aşağılayıp özgüvenini kırmaktan başka bir şeye yaramaz. Lütfen bir daha dikkatle okuyun; tavsiye ettiğim şey bunun tam tersi. 


'Dar daire'ye vakit ayırın


Yata yata büyüyen karpuz bile bakım ister. Sizin aracılığınızla dünyaya gelmiş, ilgiye, sevgiye ve eğitilmeye muhtaç o masum yavruların, günde bir-iki saat olsun, ilginize hakkı vardır tabii ki. Size bel bağlamış yavrunuzu bırakıp, dünyanın öbür ucundaki olaylarla ilgilenmek, anlamlı değildir. Bir futbolcunun ayakkabı numarasını bilip kendi çocuğununkini bilmemek, bir siyasetçinin konuşmalarından ince anlamlar çıkarıp, çocuğunun sözlerini yarım kulakla dinlemek, komik olmaz mı? Hatta bir yazar arkadaşımın dediği gibi, soru soran çocuğuna "Lütfen beni rahatsız etme, kitap yazıyorum." demek bile (işin içinde yüksek idealler olsa bile) hata değil midir? "Mum dibine ışık vermez" demeyin lütfen, Güneş dibine de ışık veriyor. 


Şefkat hissini yanlış yerde kullanmayın


Bir önceki uyarı daha çok babalara hitap ediyordu. Bu ise daha çok 'şefkat kahramanı' annelere yönelik. Evet, şefkat çok güzeldir ama, dozunu aşmamak ve hatalı kullanmamak kaydı ile. "Aman çocuğum zahmete girmesin. Aman yavrum hiç üzülmesin" diye diye onu davranışlarında tümden serbest bırakmak, ona iyilik değil, kötülük etmektir. 'Çocuk ağlamasın' diye aşı olmasını engellemek, ne kadar yanlış ise, çocuğun her istediğini yapmak da o kadar yanlıştır. 


Mesela bir çok aile, zararlı veya ahlak dışı bazı TV programlarını, çocuklarına yasak edemedikleri için yakınırlar. Çünkü çocuk, sevdiği program için ağlayıp sızlanmaktadır. "O diziyi çok seviyorum, lütfen anne." Bakın, çocuk ağlar-sızlar her zaman. Sizi sürekli dener. Geri adım attığınız an da, o konu kazanılmış bir hak olur. Oysa küçük çocukların ruhsal yapıları (psikoloji tabiriyle) 'plastik'tir. Siz sağlam durursanız, çocuğunuz kendisini size uydurur, merak etmeyin. Kaldı ki bugün birkaç saat ağlamasın derken, ileride hem onun, hem kendinizin yıllarca ağlamanıza zemin hazırlamış olabilirsiniz. 


Çocuğunu üzücü olaylardan kaçırmaya çalışmak da, şefkat hissinin hatalı bir kullanımıdır. "Aile kavgalarından haberi olmasın, ölüm haberlerini duymasın" gibi koruyucu tavırlar, çocuğunuzu gerçek hayata hazırlamaz, tersine, ilerideki hayatında yaşayacağı hayal kırıklıklarına zemin hazırlar sadece. Bir çocuğun hayatın gerçekleri ile yeterince yüzleşmesi, onun geleceğe hazırlanması için en gerekli unsurlardan biridir. 


Ve bu hayatın en önemli gerçeklerinden birisi de şudur ki, biz bu dünyanın merkezi değiliz; her şey bizim istediğimiz gibi olmak zorunda değil. Öyleyse çocuğu, 'her istediği yapılan bir prens' gibi yetiştirmekten vazgeçin lütfen.


Eşinizle tutarlı olun


En kötü ruhsal hastalık diyebileceğimiz şizofreninin oluşma sebeplerinden biri de, anne-babanın çocuğa verdikleri mesajların tutarsız olmasıdır. Aynı konuda biri bir şey söyler, diğeri başka şey. Biri bir türlü davranır, diğeri başka türlü. Sık sık da sürtüşürler. Sonuç, çocukta zihin bölünmesidir. O yüzden eşler önce kendi aralarında konuşup belli prensiplerde anlaşmalıdırlar. Çocuk hangi durumda nasıl bir tavırla karşılaşacağını bilmelidir. Buradan da hissedilir ki, aslında iyi çocuk yetiştirmek için önce uyumlu ve mutlu bir evlilik yapmak lazımdır. 


Karınıza, onu sevdiğinizi gösterin


Bu başlıkta "eşlerinizi sevin" şeklinde bir genelleme yapmayıp sadece erkeklere seslendim. Zira kadınlar ayna gibidirler; kocaları onlara sevgi gösterdiğinde mutlu olur ve onlar da otomatik olarak kocalarına sevgi gösterirler. Böyle bir ortamda büyüyen çocuklar da mutlu olurlar tabii. O yüzden "Bir erkeğin çocuklarına yapabileceği en büyük iyilik, annelerini sevmektir." denilmiştir. Kesinlikle doğru. Zira ancak mutlu bir anne, mutlu bir çocuk yetiştirebilir. 


Görevinizi yapın, ötesine karışmayın


Şurası açık ki, çoğumuz çocuklarımıza verdiğimiz emeğin karşılığını neredeyse zorla alma hevesindeyiz. "İlla ki şöyle biri olmalı." Oysa unutmamak lazım ki, o çocuk bizim malımız değil. Onu biz yaratmadık. Biz sadece ona hizmetle, onu koruyup eğitmekle görevliyiz. Eğer üstümüze düşeni hakkıyla yapmışsak, ötesi Allah'ın takdiridir. Aşırı zorlamalar ters tepebilir ve çocuğun iyice zıt bir çizgiye girmesine yol açabilir. Bu da ebeveynin iyice gerilip daha da yanlış davranmasına sebep olur. Bunun yerine "Ben sana bildiğimce doğruları gösterdim. Artık seçim senin." demek lazımdır, özellikle ergenlik çağında. 


Zaten bizim tüm bu önerdiklerimiz, sadece sebeplerdir. Biz görevimizi hakkıyla yapar, çocuğumuzun iyiliği için bu sebepleri elimizden geldiğince yerine getiririz ama, sonucuna karışamayız. Rabbim isterse diriden ölü çıkarır, isterse ölüden diri. O yüzden son tavsiye olarak diyorum ki: Siz görevinizi yapın, bol bol da dua edin, sonucunu ise Allah'a bırakın.