28 Kasım 2023

EVLİLİK TERAPİSİ


Hz. Adem'den bu yana insanlığın çoğunluğu, kalplerine uyan bir kalp aradığı, bu zor hayatı bir arkadaşla paylaşmak istediği için, evliliği tercih etmiştir. Ancak 'iki ayrı insan' tarafından oluşturulan aile, bunun doğal sonucu olarak, çatışma ve uyumsuzluk potansiyeli de taşır. Farklı ortamlarda yetişmiş, değişik kişiliklere sahip iki insanın, her konuda uyumlu olmalarını ümit etmek fazla iyimser bir beklentidir. Ve hayatın zorluklarına karşı bir liman olarak düşünülen ailenin, bazen kendisi fırtınalı bir denize dönüşüp, çözüm değil sorun üretmeye başlayabilir. Arzu edilen şey, bir artı birin iki bile değil, üç etmesi iken, bazen bir artı bir, eksi iki etmeye başlar. Bu durumda evliliği masaya yatırmanın, problemlere neşter vurmanın zamanı gelmiş demektir. Bunun en doğru yolu da bir uzmana baş vurup aile terapisi almaktır.


Genel bir tarif olarak, aile terapisi, bir terapistin yardımıyla aile içi diyaloğu düzelten, netleştiren, eşlere anlaşılabilir konuşmayı ve konuşarak anlaşabilmeyi öğreten, karı-kocanın olaylara bakış açısını değiştiren, aile içinde problem olan davranışlarının farkına varmayı sağlayan bir süreçtir. Ciddi bir problem yaşandığında ve ilişki bir kısır döngüye döndüğünde mutlaka aile dışından bir müdahaleye ihtiyaç vardır. Çünkü bozuk bir sistemi değiştirmek, o sistemin içindeyken (hatta problemin bizzat bir parçası iken) pek mümkün değildir. Ancak dışarıdan ve tarafsız gözle bakan birisi doğru değerlendirme yapabilir.


Aile çevresinden bu tür bir yardımı hakkıyla yapabilecek olanlar da vardır mutlaka, ama aile-akrabalık ilişkilerinin yoğun olduğu toplumlarda, akrabaların aile içi problemlerde bazen taraf, bazen de sebep olduğu hallerde, bu müdahaleler 'arayı bulmak'tan ziyade 'bizimkini desteklemek' amacıyla yapıldığı için, sonuç olumsuz olabilir.


Burada en çok atlanan nokta şudur ki, amaç, kimin haklı, kimin haksız olduğunu ortaya çıkartmak olmamalıdır. Zira çoğu kez iki taraf da kendince haklıdır. Böyle bir durumda hedef suçlama-aklama değil anlama-anlaşma olmalıdır. O yüzden bu yardımı tarafsız bir terapistten almak daha uygun olur.


Bazı notlar


Evliliklerde zaman içinde ortaya çıkan sorunlar, aslında genellikle en baştan itibaren vardır. Fakat çocuk yapma-yetiştirme, maddi zorluklar gibi sebeplerle, çiftler uzun süre evlilik problemlerinin üstünde durmayabilirler. Böylece sorunlar giderek birikir ve büyür. Fakat hayatı kökten sorgulatan ciddi olaylarda ya da tersine, gündelik sorunların çözülüp aradan çıktığı dönemlerde, kişiler ilişkilerini sorgulamaya başlarlar.  Artık "Ben ne için bu evliliği sürdürüyorum, bu beraberlikten ne bekliyorum?" gibi sorular sorulur. Daha önce farkına varılmayan problemlerin ne denli büyüdüğü, eşlerin ne kadar birbirinden koptuğu hayretle fark edilir.


Deprem, savaş gibi ciddi kriz dönemlerinden sonra, aile içi problemlerin ve boşanmaların arttığı, bilinen bir gerçektir. Örneğin 17 Ağustos depreminden sonra İzmit ve Adapazarı'nda boşanmaların iki katına çıktığı görülmüştü. Zira insanlar, tekdüze dönemlerde yapmadıkları sorgulamaları, böyle dramatik dönemlerde daha çok yaparlar ve tüm hayatlarını olduğu gibi evliliklerini de ciddi biçimde gözden geçirirler.


Evlilik sorunlarında terapi isteği, genellikle ilişkinin kopma noktasına geldiği zamanlarda ve daha çok da kadınlardan gelir. "Eşimle anlaşamıyoruz", "evliliğimiz yürümüyor" diye doğrudan konuya girenler olduğu gibi, asıl problemi örterek, gerginlik, sinirlilik, uykusuzluk gibi belirtilerle terapiste başvuranlara da sıklıkla rastlanır. Oysa asıl sebepleri görmezden gelip sadece sonuçları çözmeye çalışmak, boşuna bir gayret olacaktır.


Aile terapisi için baş vuran çoğu çiftin amacı, ilişkilerini kurtarmaktır ama, bazen de tersine, ayrılığı kolaylaştırıp bir an evvel boşanmak için başvuranlar da olur. Ve genellikle şu soru sorulur terapiste: "Sizce ne yapalım, ayrılalım mı?"


Bilinmelidir ki, bir terapist asla evliliğin bitmesine veya devam etmesine karar veremez, vermemelidir. Karar eşlere ait olacaktır. Terapist sadece problemlere farklı bir açıdan bakmaya yardım eder ve diyalog kopukluğunu çözmekte yardımcı olur. Hatta ilginçtir, bu yardım bazen evliği kurtarır ama, bazen de boşanmayı hızlandırır.


Zira (ilk anda şaşırtıcı gelse de) boşanmak için bile, diyaloğun düzelmesi gerekir. Çünkü iyi bir iletişim kuramayan eşler, boşanmayı bile beceremezler. Problemli ilişkilerde boşanma fikri, ağızdan kolayca çıkan basit bir çözüm gibi görünse de, yakınlaştıkça uzaklaşılan ve alınması zorlaşan bir karardır. Yani iyi bir diyalog olmadan, iyi bir ayrılık da olamaz. Ve marifet, lanet okuyarak kapıyı çekip gitmek değil, birbirini anlayıp, yürümeyecek bir ilişkiyi beraberce bitirmektir.  Yeterli diyalog olmadan, acele verilmiş ayrılık kararlarının ardından pişmanlık ve geri dönüşler çok görülür zaten. O yüzden "Anlaşamadığımız konusunda anlaştık." demek, hayli önemlidir.


Kim haklı?


Bize en çok sorulan soru budur, yazmıştım. Evdeki problemler anlatılır ve "Siz söyleyin doktor bey, hangimiz haklıyız?" denilir. Oysa biz haklıyı-haksızı ayırma makamı değiliz. Aslına bakarsanız, ikili ilişkilerde bir tarafı haklı, bir tarafı haksız ilan etmek, doğru da değildir. Benim evlilik problemleri için çok söylediğim bir benzetme vardır: İyi bir ceket ile iyi bir pantolon, iyi bir takım olmayabilir. Eşlerin ikisi de mutlu olmak için evlendiğine göre, iki taraf da kendince doğru olanı yapmaktadır zaten. Problem, ona göre doğru olanın, diğerine göre yanlış olmasıdır. Bu da çoğunlukla çocukluktan beri yerleşmiş değer yargıları ve beklentilerle ilintilidir.


Bir aileyi terapiye almıştım. Bayan, kocasının ilgisizliğinden yakınıyordu, erkek de karısının üsteleyici tavrından. Bir görüşmede bayan bana "Artık bıktım." dedi, "Bundan sonra ona hiç yüz vermeyeceğim. Eve gelince 'hoş geldin' derim, yemeğini hazır ederim, akşam da beraber yatarız, o kadar. Onun dışında hiç konuşmayacağım, onu yok farz edeceğim. Görsün gününü." 15 gün sonra görüştüğümüzde, bu tarzı sürdürdüğünü söyledi. "O adım atmadan tavrımdan vaz geçmeyeceğim" diye de ekledi. Sonra kocası ile konuştuk. Eşinin son zamanlardaki tavrı hakkında ne düşündüğünü sordum. "Sağ olsun" dedi, "Hayatımın en huzurlu dönemini yaşıyorum. Karım tam istediğim gibi davranmaya başladı."


Bunun gibi örnekler o denli çok oluyor ki, Nasrettin Hoca'nın meşhur hikayesini hatırlatıyor. Bir kadın gelmiş, uzun uzun kocasından şikayet etmiş, hoca ona "haklısın" demiş. Sonra kocası gelmiş ve o da karısından şikayet etmiş. Hoca ona da "haklısın" demiş. Bunu gören birisi "Hocam bu nasıl iş? Ona da haklısın dedin buna da?" deyince de "sen de haklısın" demiş. İşte biz de terapilerde sıklıkla "Siz de haklısınız" diyoruz.


Ama şunu hatırlatıyoruz her zaman: Biz karşımızdaki kişiyi değiştiremeyiz. Bir insanın onca yıllık huyunun değişmesi hayli zordur zaten. Ama beklentilerimizi ve yorumlarımızı değiştirebiliriz. Yargılamadan, suçlamadan, onun hangi davranışı ne amaçla yaptığını ve hangi davranışlarımızı nasıl algıladığını anlamaya çalışabiliriz. Sadece bu bile çok büyük fark yaratır, emin olun.


Önce tek tek


Evlilik problemi için baş vurulduğunda terapistin ilk yapması gereken, hemen aile yapısına yönelmek değil, önce tek tek bireyleri inceleyip, varsa kişilik problemlerini çözmektir. Zira problemli bireylerden oluşan bir ilişkinin dengeli olması çok zordur. Neden 'imkansızdır' değil de 'çok zordur' dediğimi merak etmiş olabilirsiniz. Zira aklıma bir sadistle bir mazohistin evliliği geldi. Biri acı çektirmekten, diğeri acı çekmekten zevk alan iki hastalıklı bireyin evliliği çok güzel gidebilir mesela. Burada 'ceket-pantolon' örneğini tekrar hatırlayalım.


Konumuza dönersek: Evlilik problemleri için başvuranların çoğunluğunu kadınların oluşturduğu ve erkeklerin genellikle (gurur yüzünden) terapi yardımına sıcak bakmadıkları da, bilinen bir gerçek. Bu yüzden biz terapilere sıklıkla sadece kadınlardan başlamak zorunda kalırız.


Burada bir gözlemimi belirtmeliyim ki, bu güne dek evlilik problemi yüzünden depresyona girmiş çok az erkek hastam oldu. Ama bana depresyon ile gelen kadın hastaların hemen hepsinin evliliklerinde sorun vardı ve depresyonun en önemli sebebi de bu sorunlardı. Bunu, kadınların ikili ilişkilerden çok fazla etkilendikleri biçiminde yorumlayabiliriz. Zaten kadın, 'merkezi kendi dışında olan bir dünya' olarak tanımlamıştır, malum. Yani kadınlar kendileri için ve kendi yollarında yürümek yerine, sevdiklerine (eşlerine, çocuklarına) endeksli biçimde yaşarlar genellikle. Erkeğin ise, ailede yolunda gitmeyen şeylere karşı biraz duyarsız olduğu ve kendisini iş, arkadaş ve hobilerle teselli edebildiği, sık rastlanan bir durumdur. Yuvayı nasıl dişi kuş yapıyorsa, yardım için de genellikle kadınlar baş vuruyor.


Aslında terapiye her iki tarafın da katılması (ki ancak o zaman gerçek bir aile terapisinden bahsedilebilir) evlilik problemlerinin çözümünü çok kolaylaştırır. Fakat yine de, ilişkide problem yaşayan bir bireyin tek başına göreceği terapi bile, faydalı olabilir. Nitekim bir tek bireyle bile aile terapisi uygulanabileceğini savunan terapistler de vardır.


Kişisel gözlemim olarak, bugüne dek evlilik problemleri için bana baş vuranların %60-70 kadarı sadece bireysel görüşme ve terapilerden sonra aile hayatlarında ciddi bir düzelme gördüler ve çoğunda eşleri beraber görmem gerekmedi. Eşlerden sadece birinin değişmesi bile, ilişkiyi gözle görülür biçimde düzeltebilir yani. Siz değişince karşınızdakinin tavırları da değişir çünkü. Biraz duyarsız olsa bile, duvar da değildir hiç kimse. O yüzden her zaman için yapılacak ilk iş, topu karşıya atmadan önce kendini değiştirmeye çalışmak olmalıdır.


Bir başka yanlış ta topu başkasına atmaktır. Özellikle toplumumuzda çok yaşanan gelin-kaynana problemleri, bu yönden ciddi bir önem taşır. Çoklukla gördüğüm bir örnek: Aslında karı-koca arasında ciddi uyumsuzluklar vardır. Ama (genellikle kadın) bu problemleri kabullenmek istemez. Var olan sıkıntıyı da görmezden gelemeyince, kendince bir savunma geliştirip sahte bir çözüm bulur: "Aslında biz eşimle çok uyumluyuz ama kayınvalidem eşimi olumsuz etkiliyor, o yüzden anlaşamıyoruz. O aramızdan çekilse, işler yoluna girer." Bu tavır, gerçek sorunu inkar etmek ve bir günah keçisi bulmaktır. Nitekim takip ettiğim bir çok çift, kadının isteği ile aileden uzağa taşındıkları zaman, evlilik problemleri aynen devam etti.


Bu konuyla ilgili bir diğer önemli gerçek de, aslında evlilik sorunlarının en önemli sebeplerinden birinin, eşlerin kendi çocukluklarından, kendi anne-babalarının evliliğinden miras getirdikleri problemler olduğudur. Kendi çocukluğunda iyi bir evlilik ilişkisi, sağlıklı bir aile ortamı görmemiş kişilerin, üstüne bir de bu yaşantılara bağlı kişilik problemlerinin ve bilinç altında evliliğe dair ön-yargılarının olması yüzünden, sağlıklı bir evlilik kurmaları kolay değildir.


Bir kadın hastam olmuştu. İlk baş vurduğunda şikayeti uykusuzluk, sıkıntı, sinirlilik gibi şeylerdi. Görüşme esnasında eşiyle de ciddi problemleri olduğu açığa çıktı. Eşi alkol kullanıyor ve sık sık da kendisini dövüyordu. Üzücü bir durumdu gerçekten. Ama olayı biraz daha sorgulayınca anlaşıldı ki, bu, kadının ikinci evliliğiydi ve ilk eşinden ayrılma sebebi de yine alkol ve dayaktı. İlginçliğe bakın ki, ilk eşinden alkol ve dayak sebebiyle ayrılan kadın, ikinci eş olarak ta aynı özelliklere sahip birini seçmişti. Elbette tesadüf değil. Sonra çocukluğunu sorgulayınca işin sırrı anlaşıldı. Kadının babası da alkolik ve sinirliydi. Küçüklüğü, babasının evde içki içip dayak atması ile geçmişti. Bilinç altına şu fikir kazınmış oluyordu: "Bütün erkekler içki içer ve dayak atar. Benim evleneceğim kişi de böyle olacak muhtemelen. Ve ben de annem gibi çile çekeceğim." Sonra da bu 'kendini doğrulayan kehanet', iki evliliğinde de gerçekleşmişti.


O yüzden, kişilerin kendi anne-babalarından edindikleri ön-yargıların evliliklerine etkilerini fark etmeleri, çok önemli bir değişim sağlayabilir. Mesela otoriter bir babayla yetişmiş ve ona hayranlığı süren bir kadın için, eşinin yumuşak ve diyalog yanlısı olması, problem olabilir. Veya annesi aktif, girişken olan ve onun bu yönünü benimsemiş bir erkek, karısının sessiz ve pasif olmasını ilgisizlik, sevgisizlik şeklinde algılayabilir. Bu tür yanlış anlamaların farkına varmak için uzman bir terapistin yardımı şarttır.


Boşanmayı düşünmemek


Aile terapisinin başlangıcında ilk önerimiz, boşanmayı hiç düşünmeden, sadece sorunları çözmeye odaklanmaktır. Evlilik terapisine gelen çiftlere, mesela 6 ay gibi bir süre için, ayrılmayı akıllarına bile getirmemelerini tavsiye ederiz. Çünkü "yürümezse boşanırım" fikri, problemlerin çözümünü engelleyen bir kaçıştır. Eşler arasında belli bir konuda gerilim doruğa çıktığında ve ipler gerildiğinde "bu böyle gitmez, ayrılırım daha iyi" fikri, o anki problemi hasır altına atar. Bu teselli ile gerilim azalır ama problem olduğu gibi kalır. Bir süre sonra da her şey eski tas, eski hamam olur tabii. Ve film başa döner. 70. kavga> ayrılma kararı> küsüp susma> sakinleşme> barış> 71. kavga... Oysa boşanma alternatifi düşünülmese, "biz bunu çözmeliyiz" diyerek sorunların üzerine gidilse, o gergin ortam, çözümün en kolay bulunacağı ortamdır. Malum ya, 'demir tavında dövülür'. O yüzden ilk etapta kesinlikle boşanmayı akla bile getirmeden evliliği kurtarmaya odaklanmak gerekir.


Doğru diyalog


Aile terapisinin en önemli amacı, eşler arası diyaloğu sağlıklı hale getirmektir. O yüzden terapi görüşmelerinde belli kurallara uyulması gerekir. Ve ilk kural tabii ki 'konuşmak'tır. Onca sorun yaşadığı halde, birbiriyle haftada bir saat bile konuşmayan nice çift vardır. Oysa insanlar konuşa konuşa anlaşırlar. Konuşulmadıkça biriken kırgınlıklar, umulmadık yerlerde abartılı patlamalara zemin hazırlar. O yüzden terapi haricinde de eşlerin belli bir zamanda (mesela haftanın belli bir gününde bir saat kadar) baş başa konuşmayı prensip haline getirmeleri önerilir. Ayrıca bu konuşmayı sıra ile ve belli sürelerle (örneğin 5'er dakika) yapmak da faydalı olur.


Bu konuşmalarda, önce karşısındakinin ne düşündüğüne, ne hissettiğine dair kendi anladıklarını ifade etmek, sonra da kendi duygu ve isteklerini dile getirmek, ardından sözü tekrar eşine bırakmak gibi bir yöntem uygulanmalıdır. Özellikle "sen böylesin" tarzındaki suçlayıcı konuşmaların ve "hep şöyle yapıyorsun" tarzındaki genellemelerin diyaloğa zarar verdiği bilinmeli ve bunun yerine "senin şu davranışın beni şöyle etkiliyor" şeklinde ifadeler tercih edilmelidir. Zaten "kötüsün, kötüsün!" demeyle, kimse düzelmez.


Konuşurken çok önemli olan bir nokta da 'burada ve şimdi' prensibidir. Geçmişte olan problemleri ısıtıp ısıtıp gündeme getirmek veya geleceğe dair "şunu düzeltince ilişkimiz yoluna girer" gibi beklentilere sığınmak yerine, şu an, burada ne yaşandığı, ne hissedildiği üzerinde durulmalıdır. Ayrıca ifadeyi belirsizleştiren uzun cümleler yerine, olabildiğince kısa ve net ifadelerle konuşmak, anlaşmayı kolaylaştırır.


Kısacası, usulüne göre konuşmayı öğrenerek, kişilerin

1-kendi duygularını anlatmayı,

2-karşıdakinin duygularını anlamayı,

3-ve bunu yaparken de birbirini kırmamayı öğrenmeleri hedeflenir.


Bu tarz bir diyaloğu oturtmak her zaman çok kolay olmaz tabii. Yıllar içinde sinirlerin gerilmiş, kavga etmenin alışkanlık haline gelmiş olması gibi sebeplerle, çiftler bu tarzı yerleştirmekte zorlanabilirler. Bu durumda 'mektuplaşmak' da iyi bir alternatiftir. Anlattığımız tarza uygun olmak kaydı ile, mektup yazarak da duygu ve düşünce paylaşımı sağlanabilir. Hatta bir süre için sorunları yüz yüze konuşmadan sadece mektuplaşmak, her gün karşılıklı birer mektup yazmak gibi şartlar da konulabilir. Tabii gösterilen çabalar hemen bir mucizeye yol açmaz, ama her gayret, uzun vadede mutlaka bir fayda verecektir.


Deneme ayrılığı


Çabalar başarısız olur ve ayrılık ciddi bir seçenek gibi görünürse, son olarak ilişkinin bir süre askıya alınması yöntemine başvurulmalıdır. Bu yöntemde en az 15 gün, eşlerin ayrı yerlerde yaşamaları, asla görüşmemeleri, telefonla bile konuşmamaları önerilir. İlginçtir ki, ilk geldiklerinde "boşanmak en iyi çözüm" diyen çiftler, bu öneriye çoğunlukla soğuk bakarlar. Oysa bir ilişkiyi farklı bir açıdan görebilmenin en iyi yolu, ilişkiye bir süre dışarıdan bakabilmektir. Boşanmayı sağlıklı biçimde değerlendirmenin bir yolu, ayrılığı kısa bir süre denemektir. Hatta bu kısa ayrılıkların her evlilikte ara sıra yapılması bile önerilebilir. Mesela bazı tatil dönemlerini ayrı geçirmek gibi. Bu tür kısa ayrılıklar evliliği tazelemeye yardım eder.


Deneme ayrılığı döneminde, çiftlerin evlilik sorunları kadar, olası bir boşanmada nasıl bir hayat kuracaklarını da düşünmeleri istenir. Hele boşanmakta ısrarlı iseler ve ikinci bir evliliği de düşünüyorlarsa, bu konu daha da ön plana çıkmalıdır.


Bu arada önemli bir bilgiyi de aktarayım: Tüm araştırmalar, ikinci evliliklerin birinciden daha uyumlu, daha mutlu olduğunu gösteriyor. Ama neden, biliyor musunuz? Aslında ikinci evlilik de birincisi gibi problemli gelişiyor. Ama kişi bu kez biraz olsun kendinde hata aramaya başlayabiliyor. "İlk evliliğimde de bu tip problemler vardı. O yüzden ayrıldım zaten. Oysa şimdi de aynı sıkıntıları yaşıyorum. Yoksa asıl sorun bende mi?" diye düşünüp, kendi yanlışlarını fark etmeye ve düzeltmeye başlıyor. İşte ancak o zaman ikinci evliliğinde mutlu olma şansını artırabiliyor. Yoksa aynı davranışların, aynı sonucu doğurması kaçınılmaz olacaktır. O yüzden, deneme ayrılığı döneminde kişinin olaylara bakışında ne gibi değişiklikler olduğunu sorarız. "Bir şey değişmedi. Ben zaten haklıydım. Hata onda. Boşanınca mutlu olacağım." diyenlere, artık yapacak bir şey yoktur.


Boşanma


Eğer tüm çabalara rağmen boşanma kaçınılmaz hale gelmişse, bunun medeni bir şekilde gerçekleşmesi çok önemlidir. Eğer her şey denenmiş ve beraberlik yarardan çok zarar veriyorsa, evliliği sürdürmekte ısrar etmek anlamsızdır. Bazıları için bir tek anlamı vardır bu ısrarın: Çocuklar. Ancak çocukların hatırına evliliği sürdürmek, çoğunlukla faydasız, hatta zararlıdır. Zira çocuklar için kötü bir evlilik, iyi bir boşanmadan çok daha yıpratıcıdır. Her gün tartışma görmek, gergin bir ortamda büyümek, evliliği işkence gibi algılamak, çocuğa çok daha fazla zarar verir.


Birbirini suçlamadan, kötülemeden, "Kişiliklerimiz uyumlu değildi. Devam ettirmek istedik ama olmadı. Bu haliyle hepimize zarar veriyordu. Ayrılmak daha hayırlıydı." diye anlatıldığında, çocuklar da uyum sağlarlar bu duruma. Zaten eğer ayrılık gerçekten işe yararsa ve çocuk anne-babasını ayrılık sonrasında daha huzurlu ve mutlu görürse, bu yeni durumu kolayca benimseyecektir.


Yine de unutmayalım ki, bozmak kolay, yapmak zordur. Bir evi on kişi on günde yapamaz ama, bir kişi bir günde yıkabilir. Problem çıkınca hemen boşanmak, marifet değildir. Esas marifet, uzlaşmak ve evliliği sürdürmeyi başarmaktır.