8 Kasım 2023

YEDİSİNDE NEYSE, YETMİŞİNDE DE O


Soru: İnsanın psikolojik olarak doğuştan getirdiği şeyler nelerdir?


Cevap: Genetik ilminin ilerlemesi ile anlaşılmıştır ki, bu sorunun cevabı 'her şey'dir. Zira insanın bünyesine dair, fiziksel yapısı, vücudun işleyişi gibi her özellik, genetik şifrede yazılıdır. Hatta 'ruhsal' dediğimiz, ama aslında beyin fonksiyonlarına bağlı olan merak, öfke, heyecan gibi duygulardaki farklılıklar da, genetik materyalimizde doğuştan kaydedilmiştir.


Konuyu basit bir benzetme ile açabiliriz. Bir tohumun, içindeki DNA'da yazılı bir potansiyeli vardır. Uygun biçimde ekilir ve bakılırsa o potansiyel açığa çıkar. Ama ne yaparsanız yapın, kabak tohumundan fasulye çıkaramazsınız. Hatta şartlar uygun olmazsa normal ürün bile alamayabilirsiniz. Aynen öyle de, genetik yapımızda bünyemizle ilgili her özellik doğuştan vardır. Mizacımıza, yeteneklerimize, yatkın olduğumuz hastalıklara dair tüm özellikler orada yazılıdır. Öte yandan bu potansiyelin ne kadarının ve ne şekilde açığa çıkacağını da çevresel şartlar ve eğitim belirler.


Soru: Ama "Çocuklar hep aynı yeteneklerle doğarlar, bembeyaz bir sayfa gibi" denilir.


Cevap: Çocuklar doğuşta bembeyaz bir sayfa gibi görünebilirler. Ama o beyaz sayfada aslında gözle görünmeyen yazılar yazılıdır. Bilirsiniz, gözle görünmeyen bir mürekkep ile yazı yazılmış bir sayfaya, özel bir madde sürüldüğünde yazılar açığa çıkar. Onun gibi, genetik potansiyel de zaman içinde, olayların etkisiyle açığa çıkmaya başlar.


Zaten benzer çevresel faktörlerin farklı değişimlere yol açabildiği de bilinen bir olgudur. Örneğin dayak yiyerek büyümüş çocuklardan biri şiddet yanlısı olabilirken, diğeri pasif ve çekingen olabilmektedir. İşte bu farklılık büyük ölçüde genetik materyalle ilgilidir. Yani doğuştan var olan potansiyel özellikler, özellikle çocukluktaki çeşitli faktörlerin etkisiyle, değişik biçimlerde açığa çıkar ve kişilik oturmaya başlar.


Soru: İnsan hayatında ilk 6 yıl gerçekten çok mu önemlidir? Bazıları bunu kabul etmiyor, "Değişim her yaşta mümkündür" diyorlar.


Cevap: Kişilik oluşumunda ilk 6 yaş en önemli dönemdir. İnsan zekasının %80'i ilk 6-7 yılda geliştiği gibi, temel kişilik özellikleri de hemen aynı oranda bu dönemde oturur. Buna itiraz edenler, öğrenmeyi sadece 'beyin kabuğu' fonksiyonu olarak görüyor ve yüksek düzey bilgileri kast ediyor olsalar gerektir. Oysa esas bilgi, daha derine yerleşmiş ve temel kabullerimizi oluşturan, 'zaten bildiğimizi sandığımız' bilgilerdir. Mesela tabiatın işleyişine dair temel kabullerimiz, hayatın (bizce) temel prensipleri, insanlar hakkındaki genellemelerimiz gibi bir çok temel özellik, hayatın ilk yıllarında oluşur. Ve bunlar tüm bilgilerin temelinde yer alırlar. Yani, hatırlanmayan hatıralar, kişiliğin altyapısını oluştururlar. Bitki örneğine dönersek: Küçük bir fidana attığınız bir çizik, o fidan ağaç olduğunda koca bir yarığa dönüşür, bilirsiniz. İleri dönemlerde bu izleri değiştirmek ise hayli zordur.


Gelin, bir çocuğun gelişimini hayalen izleyelim. Unutmayalım ki, dünyaya, hayata, insanlara dair hiç bir ön-kabulümüz olmadan doğuyoruz. Ve ilk tecrübelerimizi kendi ailemizde yaşıyoruz. Diyelim ki bu çocuk kalabalık, gürültülü ve kavgalı bir evde hayata gözlerini açtı. O kalabalıkta herkes bağıra-çağıra ancak meramını anlatabiliyor, her an diğerleri ile sürtüşme ihtimaliyle de diken üstünde duruyor. Bir kenarda kafasını dinleyip rahat rahat çikolatasını yemek mümkün değil. Bu ortamda büyüyen çocuğun zihninde "Bu dünyada normal olanı bu" fikri yerleşir. "Bu hayatta atak olacaksın. İnsanlarla sürtüşme yaşamak doğal. Dikkatli ol, lokmanı kaptırma, kendini ezdirme." İşte böyle bir çocuk büyüdüğünde, hep baskın olmak isteyen, zıtlaşmacı, gergin bir kişiliğe bürünebilir. "Hayat bir mücadele, insanlar acımasız, sürekli gerginim" diye de şikayet eder. Neden böyle düşündüğü, delilinin ne olduğu sorulduğunda ise, "Bilmiyorum" der, "Bana öyle geliyor". O ortamda büyüyünce böyle düşünmesi doğal tabii.


Soru: Ergenlik çağı hangi yönden önemlidir peki?


Cevap: Ergenlikle birlikte kişisel irade devreye girer ve kişilik son şeklini almaya başlar. Özellikle de sosyalleşme sonucunda, var olan kişilik yapısıyla toplumda nasıl bir rolle yer alınacağı belirlenir. Bu dönem, benlik algısının da iyice yerleştiği dönemdir. Yani kişisel özelliklerin farkına varılır ve bunları belli yönlere kanalize etme gayreti başlar. Ancak tekrar hatırlatmak gerekir ki, ham-madde çoktan belirlenmiştir. Bu noktadan sonra yapılabilecek tek şey, eldeki malzemeye olabildiğince şekil vermektir, o kadar. Tabii ki bu da önemlidir ama, kişilik üzerindeki etkisi, çocukluk dönemine kıyasla ikinci derecededir.


Soru: Bu durumda, 'karakter bozuklukları zamanla düzelmez' denilebilir mi?


Cevap: O kadar karamsar olmaya gerek yok. Her doğan çocuk Allah'ın insanlardan ümidini kesmediğinin işareti olduğu gibi, her uyanılan gün de, Allah'ın o insandan ümit kesmediğinin işaretidir. Ancak, insanın genetik materyalini değiştirmek şimdilik mümkün olmadığına göre, mizacımızı, fıtratımızı değiştiremeyiz. Zaten temel özelliklerimizi bile değiştirebilseydik, o zaman artık kendimiz olmazdık. Yapabileceğimiz şey, özelliklerimizi nerede ve nasıl kullanacağımıza karar vermektir. Kendimizle kavga etmek, "Tanrım beni baştan yarat" demek, havanda su dövmek gibidir.


Geçenlerde on yıllarca görüşmediğim birkaç arkadaşımla görüştük. Sohbet sırasında hepimizin dilinden aynı söz çıktı: "Huyun hiç değişmemiş." O an aklıma bir hadis geldi: "Bir dağın yerinden oynadığını duyarsanız inanın da, bir insanın huyunun değiştiğini duyarsanız inanmayın." Zaten "Can çıkar, huy çıkmaz." sözü de boşuna söylenmemiştir.


Soru: Ama bir çok hadis de ahlakımızı güzelleştirmeyi tavsiye ediyor. Huyumuz değişmeyecekse ahlakımızı nasıl güzelleştirebiliriz?


Cevap: Bu konu eskiden beri çok tartışılmış. Bu tartışmanın çözümü kısaca şöyle ifade edilebilir: Huy değişmez ama ahlak güzelleşebilir. Yani var olan huyların, kişilik özelliklerinin kullanma yerlerini, tarzlarını değiştirerek, daha güzel bir ahlak sahibi olunabilir. 


Bunun bir örneği Hz. Ömer'dir. Müslüman olmadan önce de hayli sert ve atak olan Hz Ömer, Müslüman olduktan sonra bu yönünü uygun şekilde, yani zalimlere karşı kullanarak, güzel ahlak sahibi olmuştur. Eğer "Öfkeli olmak iyi değil, Osman gibi yumuşak huylu olmalıyım." diye kendini zorlasa, hatta 'nefsini öldürse' idi, tarihte bu denli iz bırakamaz ve onca fetihleri başaramazdı.


Yani, örneğin zıtlaşmaktan hoşlanan, titiz ve huysuz bir insan,


1- Bu özellikleri dostlarına karşı kullanırsa, ikiliğe, sürtüşmeye sebep olur ve kötü ahlaklı sayılır.


2- Yok eğer, "Bu huyumu değiştireyim, yok edeyim." derse, kendi kendini sıkıntıya sokar ve yıpranır.


3- Ama bu özelliklerini manevi değerlere saldıran medyaya tekzip yollamak, zalimlere karşı mazlumları savunmak gibi faaliyetlere yöneltirse, huyunu değiştirmeden de ahlakını güzelleştirmiş olur.


Tam zıddı bir örnek daha verelim: Mesela yumuşaklık, hayır diyememek ve alttan almak, eğer bizi kötü yollara çeken ahlaksız kişilere karşı sergilenirse, bizi bir batağa sokacak kötü bir huy hükmüne geçer. Böyle bir kişinin yapması gereken, bu özellikleri iyi dostların yanında kullanmak, doğru yolda giden arkadaşlarla beraber olmak ve onların güzel önerilerine uymaktır.


Bir hastam olmuştu. Titizlik ve düzen takıntısı damarlarına işlemiş, "Evde her şey temiz olsun, derli-toplu dursun." diye diye, hem kendisini, hem çocuklarını sıkıntıya sokmuştu. Ona şöyle dedim: "Mükemmelci olmanız bir yönüyle güzel. Ancak bu tarzınızla, 'vazo kırılmasın' derken çevrenizdekilerin kalbini kırıyorsunuz. 'Masa örtüsü beyaz kalsın' derken, kalbinizi karartıyorsunuz. Bu dünya sadece bir karalama defteridir, Cennet değil. Ne kadar gayret ederseniz edin, her şey mükemmel olmaz. Dünyayı düzene sokmaya çalışmak, kaldırması zor, çok ağır bir yüktür. Bu titizliğinizi daha uygun bir yönde, mesela hayatınızı günahlardan temiz tutmak için kullanmaya çalışın. Halıdaki lekelerle değil, kalbinizdeki kirlerle ilgilenin. Bibloları değil, sevdiğiniz kişileri sakının. Hem bu zahmetlerden kurtulursunuz, hem çevreniz rahat eder, hem de sevap kazanmış olursunuz." Daha sonra bu tavsiyemden çok faydalandığını söylemişti.


Kısacası, insanlara "Şu huy kötüdür, bu huy zararlıdır. İnatçı olma, hırs gösterme, zıtlaşma." diye öğüt vermenin faydası pek az ve yüzeyseldir. Hatta yaratılışını değiştirmek gibi, imkansızdır. Bir kaktüse "lale ol" demek gibidir. Oysa denilse ki, "Kabiliyetlerinizi uygun yönlere çevirin. Hırsınızı manevi makamlar için yönlendirin. İnadınızı kötülüklere karşı koymak için kullanın.", hem öğüt fayda eder, hem de uygulanabilecek bir teklif olur.


Soru: 40 yaş civarının özel bir önemi var mıdır? Kırkından sonra insan hiç değişemez mi?


Cevap: Evet, yaş kırka ulaştığında, kişilik kalıcı olmaya başlar, hatta alışkanlık haline gelir, değiştirilmesi çok zorlaşır.


Soru: Peki bu biraz karamsar bir bakış açısı değil mi?


Cevap: Gerçekler hayaller kadar tatlı değildir. İmkansızı istemek, kendine kötülük yapmaktır. İsterseniz çevrenizdeki 40 yaşını geçmiş kişilere sorun. Kırkını epey geçmiş biri olarak ben, epeydir aynı huy üzere yaşadığımın farkındayım. Ne yaparsam yapayım, bazı şeyler değişmiyor. Ama yılların tecrübesiyle, hataların farkına varmak, hangi şartlarda nasıl problemler çıktığını görüp tedbir almak mümkün oluyor tabii.


Soru: Peki kişilik problemleri psikoterapi ile dahi değişmez mi?


Cevap: Psikoterapilerin en derin şekli diyebileceğimiz psikoanalizde bile esas amaç, kişilik özelliklerini, iç çelişkileri yok etmek veya değiştirmek değil, sebeplerini anlamak ve içgörü (farkındalık) kazandırmaktır. Bir psikiyatrist arkadaşım vardı. Hocası tarafından psiko-analizden geçirilmişti. Ama hala aşırı dışa-vurumcu ve mükemmelciydi. Buna karşın, örneğin ufak bir ayrıntıya takıldığı zaman kendi kendine "Bak yine replasman yaptım. Anlaşılan dünkü stresin etkisi hala sürüyor. Şu konuyu daha fazla represe etmeden çözeyim artık." derdi.


Yani esas marifet, kendimizle kavga etmek, halimizden şikayet edip başka bir insan olmaya çalışmak değildir; çocukluktan beri gelen yetenek ve zaaflarımızı, zihnimize kazınmış kişilik tarzımızı eğrisiyle-doğrusuyla kabullenip, bu malzemeyle nasıl bir sentez yapabileceğimizi bulmaktır.